Bilimsel bir konu incelenirken, inceleyen kişinin her şeyden evvel bilimsel donanıma sâhip olması gerekir. Bu ise en başta yeterince verinin toplanmış olması, sistematik olması ve inceleyen kişinin, her türlü inancını, düşüncesini ve değerlerini ayrı tutmasını gerektirir.
Târih bilimi de, diğer bilim dalları gibi bir incelemeye tâbi tutulmalıdır. Yâni târihçi, incelediği konuda herhangi bir önyargı taşımamalı, içinde yaşadığı zamana göre değil, incelediği zamana göre değerlendirme yapmalıdır. Ayrıca o konuda yeterli sayıda veri toplamalı ve ona göre bir sonuca ulaşmalıdır.
Diyebiliriz ki, inceleme esnâsında inancı üzerinden hareket eden ya da inancını, kültürünü, geleneklerini ve genel olarak yaşadığı toplumu aşamayan, onu geride bırakamayan bir araştırmacı, kesinlikle bir değer ifâde etmez. Belki ulaştığı sonuç doğru olabilir ama yine de yönlendirmeye yol açan ve bilimsel gerçek olmayan her sonuç, bilim açısından kabûl edilemez.
Türklerin İslâm öncesindeki inancı meselesi, uzun zamandır tartışılan bir meseledir. Çoğunluğu Türkiye dışındakilerin oluşturduğu birçok târihçi, eski Türk inancının çok tanrılı olduğunu savunurken, birçoğu Türkiyeli olan birçok târihçi de, tek tanrılı olduğunu savunmaktadır. Bu noktada ben de eski Türk inancının çok tanrılı yapısını ortaya koymaya çalışacağım. Bunu yaparken Yunan, Roma, Çin, Hind, Arap ve diğer çok tanrıcı inançları da ortaya koyacağım. Bu arada şu soruları, cevaplandırmaya çalışacağım.
– Tanrı inancının temeli nedir?
– Tek bir tanrıya inanıldığı iddiâsının sebepleri nelerdir?
– Birden çok tanrıya inanmak, gerilik ya da ilkellik göstergesi midir?
– Türklerde tanrı ya da tanrısal özelliklere sâhip olan varlıklar hangileridir?
– Melek, cîn ve rûh gibi soyut varlıkların ve bunların tanrısallaşmasının sınırı nedir?
– Çok tanrılı inançlara sâhip olan toplumlar arasında ne gibi farklar ve ortak noktalar bulunmaktadır?
– Coğrafyanın ve ekonomik yapının, inanç yapısına etkisi nedir?
– Tek tanrıya dayalı inançlar ile çok tanrıya dayalı inançlar arasında ne gibi farklar ve ortak noktalar vardır?
Genel olarak bu sorulara cevap aramaya çalışacağım ve meseleyi şu başlıklar altında inceleyeceğim.
Tengri inancı
a) Türk inancında tanrılar ve tanrısal varlıklar
b) Bozkır coğrafyasının Tengricilik üzerindeki etkileri
c) Tengricilikle alâkalı kültler
Çok tanrıcılık ve dünyâda çok tanrılı inançlar
a) Tengricilik ile diğer çok tanrıcı inançların ortak ve farklı yönleri
- Tengri İnancı
İnsanoğlu, târih boyunca doğaüstü güçlere inanmıştır. Coğrafyaya ve toplum yapısına göre bu doğaüstü güç ya da güçlerin isimleri, güçlü, konumları farklı olmuştur. Bu ise zaman içerisinde farklı inanç sistemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İnsanların kendileri, çevreleri ve genel olarak doğa ile ilgili bilgileri arttıkça da inandıkları güç ya da güçlere dâir inançlarda değişiklik görünmüştür. Doğa dinlerine göre kitaplara dayanan dinler, daha az değişim geçirse de, kendi bünyesinde değişim yaşamayan hiçbir din yoktur. Her din, her toplum, kendi yapısına uygun olarak inandığı doğaüstü güç ya da güçlere, isimler vermişlerdir. Türkler, Tengri derken; Araplar (İslâm ile berâber bütün Müslümânlar), Allah; Farslar, Hudâ; İbrânîler, Yehova ya da Eloh; antik Yunanlar, Theos demişlerdir. Her inanç ise inandıkları doğa üstü güç ya da güçlerin etrâfında şekillenmiştir.
Tengricilik, Tengri’nin etrafından oluşmuş olan ve Macaristan’dan Büyük Okyanus’a kadar olan bölgede yayılmış olan bir inanç sisteminin adıdır. Türklerin en eski inancı olan Tengriciliğin merkezinde, en yüce varlık olduğu kabûl edilen Tengri bulunur. Tengri’nin altında ise çocukları olan gök tanrısı Ülgen, yer altı tanrısı Erlik Han ve bereket tanrıçası Umay ile bunların her birinin ayrı ayrı çocukları ve hizmetinde görev yapan çok sayıda rûhlar bulunur. Ayrıca bu geniş coğrafyanın farklı yerlerinde de zaman zaman farklı tanrılar ya da tanrıcıklar bulunmaktadır.
Bununla berâber bu inancın merkezinde, biraz önce dediğim gibi Tengri bulunur. Tengri sözcüğü, genel bir kullanım olmakla berâber çeşitli Türk lehçe ve ağızlarında birtakım söyleyiş farkları bulunmaktadır. Buna göre çeşitli Türk boyları ve toplulukları, Tangra, Tangara, Tangrı, Tengri, Tengere, Türe, Tura şeklinde isimlendirmişlerdir[1]. Çuvaşlar, Tura[2], Türe veyâTuri[3]; Kumanlar, Tengri[4]; Yakutlar Tangara, KumandinlerTegre, Tengere, Tegri, Tengre; Karaimler, Tangrı, Tanrı; Kırgızlar, Tenir[5][6]; Karaçay ve Balkarlar, Teyri[7]; çeşitli Tatar boyları, Tere ve Tengre; Hakaslar, Tigir[8]; Tuvalar, Deri, Deer; Anadolu ve Âzerbaycanlılar, Tanrı, Tan; Altaylılar, Tengri, Tengeri; Şorlar, Tengri; Moğollar, Tenger, Tengri[9][10]; Buryatlar, Tengeri, Tengri; Kalmuklar ise Tenger gibi isimler vermişlerdir.[11][12]
Tengri’nin çok sayıda çocuğu bulunur ve bunlar ayrı ayrı tanrılar olarak görev yaparlar. Tengri, evreni ve evrenin içinde bulunanları yaratıp, yönetir. Bununla berâber gökyüzünü, Ülgen; yer altını da Erlik Han yönetir. Ayrıca çeşitli Türk boylarında çeşitli isimlerde farklı tanrı, tanrıcıklar ve çok sayıda yer-sublar ve ata rûhları bulunur.
Her birine ayrı ayrı tapınılan, kanlı ya da kansız kurbanlar sunulan, duâlar edilen, adaklar adanan bu tanrı, tanrıcık ve rûhlar ile insanlar, yâni dünyâ arasındaki köprüyü kamlar (şamanlar) oluşturur. Kamlar, ak kam ve kara kam üzere ikiye ayrılır. Ak kamlar, iyi rûhlar ile Umay, Ülgen ve Tengri ile görüşür, onlar adına hareket ederler; kara kamlar ise kötü rûhlar ve Erlik Han ile görüşür, onlar adına hareket ederler. Tedâvi, büyü, kâhinlik, falcılık, kurbanların ruhlara ya da tanrılara ulaştırılması ve daha birçok şey, kamların görevidir.
Yine de günümüzde, özellikle Türkiye’de, birçok araştırmacı ve târihçi, Tengriciliği tek tanrılı bir inanç gibi kabûl etmektedir. Prof. Dr. Hikmet Tanyu başta olmak üzere birçok târihçi bu görüştedir. Özellikle Hikmet Tanyu, “İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı Dini”[13] adlı eserinde, bu konu üzerinde durmaktadır. Tanyu, bu eserinde genel olarak İslâm üzerinden çıkarımlarda yapmakta ve Tengri’nin tek olduğunu, diğerlerinin ise, cîn, melek ya da rûh olduğunu söylemektedir. Ancak bunu yaparken yine İslâm üzerinden hareket etmekte ve üstelik, Prof. Dr. Abdülkadir İnan’ı, İslâm üzerinden değerlendirmek yapmadığı için eleştirmekte, Altay Türkleri’nin günümüzdeki inanç ve ritüellerini kabul etmemekte ve “dejenere” olarak nitelemektedir.[14] Ayrıca halkbilimci Dr. Yaşar Kalafat[15], târihçi Prof. Dr. Bahaeddin Ögel[16], araştırmacı Sait Başer[17], Türkolog Prof. Dr. Saâdet Çağatay[18] ve târihçi Prof. Dr. Erol Güngör[19] gibi isimler de, Tengriciliğin tek tanrılı bir inanç yapısı olduğunu düşünmüş ve söylemişlerdir. Bu konuda Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, İslâm’dan önce Türklerin tek tanrıya inandığını söylemekle berâber Kök Tengri’nin üzerinde “Kan (Han) Tengri”nin bulunduğunu söyler. Her ne kadar Ögel, böyle diyerek kendi tek tanrı iddiâsını çürütmüş olsa da, Kök Tengri’nin gerçek anlamda bir tanrı olmadığını söyleyerek, iddiâsını güçlendirmeye çalışmaktadır[20]. Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden olan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu da, “Türk Milli Kültürü” adlı eserinin, “Eski Türk İnancı”[21] kısmında kitâbelerde Umay isimli bir tanrıçanın adının geçtiğini yazar. Ancak kitabının ilerleyen sayfalarında eski Türk inancının tek tanrı inancı olduğunu söylemekte bir sakınca ve çelişki görmez. İslâm inancına göre İslâm, ilk ve tek dindir. İnanca göre daha sonra insanlar, bu dini bozmuşlar ve çeşitli dinlere inanmışlardır. Genel olarak Tengriciliğin tek tanrılı olduğu iddiâsında bulunanlarda da, bu inancın etkisinin yüksek olduğu görülmektedir. Hikmet Tanyu’nun Tengri inancının, bir peygamber vasıtasiyle mi bildirilmiştir, sorusuna “Bunun tesbiti bugünkü ele alınan kaynaklara göre mümkün değildir. Fakat Kur’an-ı Kerîm’de her ümmete peygamber gönderildiği bildirilmiştir[22]” cevâbını vererek, İslâmî kaynaklar üzerinden hareket ettiğini göstermektedir. Ayrıca “Müslümanların adı Hz. İbrahim zamanında verilmiş. Bu duruma göre Türkler bir Tanrı’ya ve ahlâka, ruhun ölmezliğine, âhirete, kadere v.b. inandıklarından Müslümandı diyebiliriz”[23] diyerek, iddiâsının temelini İslâm’a dayandırdığını göstermektedir. İlâhiyat ya da diğer İslâmî alanlar için bu elbette olabilir ama herhangi bir inancın ele alınmasında, bu yöntem, kesinlikle kabûl edilemez. Eski Türk inancının tek tanrılı olduğunu iddiâ eden diğer araştırmacılarda da, bu kadar açık bir ifâde olmasa bile kaynağın İslâm olduğu görülmektedir. Zâten Hikmet Tanyu’nun dışındaki isimlerin, bu konuda Hikmet Tanyu’dan etkilendikleri, açık bir şekilde belli olmaktadır. Bu sebeple diyebiliriz ki, Tengricilik inancını, tek tanrı inancı gibi gösterebilecek hiçbir bilimsel veri bulunmamaktadır.
Kaldı ki, bir inanç, başka bir inancın kuralları ya da değerleri ile incelenemez, değerlendirilemez. Kaldı ki, bilimsel olarak bir inancın, tek ya da çok tanrıya dayanması ya da herhangi bir tanrıya dayanmaması bir değer ifâde etmez. Dolayısıyla bir inancın, inandığı tanrıların sayısı, onu değerli ya da değersiz yapmaz. Günümüzde Japonya ve Güney Kore’deki çok tanrıcı inanç yapıları, nasıl ki, Japonları ve Korelileri, ilkel ya da geri kalmış bir toplum yapmıyorsa; Almanya, ABD ve İngiltere’deki gibi tek tanrıcı inanç yapıları da, onları ilkel ya da geri kalmış bir toplum yapmamaktadır. Aynı şekilde Benin ve Ruanda’daki gibi çok tanrıcı inanç yapıları, onları medenî ve ileri bir toplum yapmıyorsa; Afganistan ve Sudan’daki tek tanrıcı inanç yapıları da, onları medenî ve ileri bir toplum yapmamaktadır. Bu yüzden de Türklerin, geçmişte (ve günümüzde bir kısmının) çok tanrılı bir inancın mensûbu olmuş olması, onların değerini azaltmaz, medenî ya da ilkel bir toplum durumuna sokmaz. İleri ya da geri olmak, bambaşka bir konudur.
Tengri inancının, toplumsal yönüne baktığımızda, insanların günlük hayâtına ve toplumsal hayata dair kurallar barındırmayan bir inanç olduğunu görürüz. Türklerin toplumsal ve günlük hayâtını, seküler bir özellik gösteren “töre” yönetmiştir. Bununla berâber inanca dâir kurallarında da boylar arasında farklılık olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en bâriz örneği ise en yüce varlık olarak görülen Tengri adındaki farklılıklar ile tanrılar hiyerarşisi diyebileceğimiz sistemdeki farklılıklardır. Sonuçta herhangi bir kitaba ya da sisteme dayanmayan bir inanç yapısında, farklılıklar olması normaldir.
Tengri inancını ele alırken, dikkat çeken noktalardan biri de, Tengri inancının isimlendirilme sorunudur. Şamanizm, Gök Tanrıcılık ya da Tengricilik olarak adlandırılan bu inancın isimlendirilmesi konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bâzı târihçi ve Türkologlar, şamanizm ya da kamcılık olarak adlandırılan sistemin din olmadığını savunmaktadırlar. Bu konuda Türkolog Jean-Paul Roux, “Altay Türklerin Ölüm” adlı eserinde, “Hiçbir şekilde bir din olmayan bu özel pratiğin”[24] diyerek, bu konudaki düşüncesini ortaya koyar. Rus bilim adamı Shirokogorov, “Şamanlık …bir din olarak kabul edilemez”[25]demiştir. Bir başka Rus bilim adamı Mikhailovski, Yakutların kendisine “Şamanlık, Yakutlara göre bir inanç ya da din değildir, yalnızca belli durumlarda oynanan bağımsız hareketlerden oluşan bir oyundur”[26]dediğini aktarır. Rus Türkolog Jelobtsov F. Fedotoviç, şamanizmi reddetmemekle berâber din değil, inanç ya da kültür olarak niteler[27]. Halkbilimci Yaşar Kalafat, bu konuda “Tengricilik ile Şamanizmi eş tutmak Hikmet Tanyu gibi birçok otoritenin tek tanrılı olduğu üzerinde durdukları Tengricilik’i büyücülükle eş anlamda tutmak olur”[28] demektedir. Kalafat, şamanizmi, büyücülük olarak niteleyerek, bir anlamda küçük görmektedir. Bu ise değerlendirmenin bilimsel değerini ciddî biçimde düşürmektedir. Târihçi Prof. Dr. Saadettin Gömeç de, “Şamanizm ve Eski Türk Dini”[29] adlı makâlesindekamcılığın (şamanizm) din olmadığını söyler. Türklerde tek tanrı inancının en ateşli savunucularından olan Hikmet Tanyu, şamanizmi hem isim, hem kavram olarak reddetmektedir. Gerçi “Dinler Tarihi Araştırmaları” adlı eserinin, “Eski Türk İnancında Olan Şamanist Türklerde Dağ”[30] başlıklı bölümde, şamanizmi bir din olarak görmektedir. Tanyu’nun bu konuda, ilerleyen yıllarda fikrini değiştirdiğini, yukarıda alıntı yaptığımız “İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı Dini” adlı eserinden görebilmekteyiz. Târih konularında yazarlık yapan ve hukuk târihçisi olduğunu iddiâ eden, hukukçu Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, târih yazıları yazdığı Türkiye gazetesindeki köşesinde, “Şamanlık din değil”[31] başlıklı yazıda, bu konuyu vurgulamaktadır. Hikmet Tanyu’nun izinden giderek İslâmî kaynaklara dayalı olarak Türklerde tek tanrıcılığın olduğunu söyleyen Ekinci, Türklerin, Türkistan’a giren Âsurlulardan dolayı yıldızlara, güneşe ve diğer unsurlara taptıklarını söylemektedir. Açıkçası şimdiye kadar hiçbir bilimsel eserde, Âsurluların Türkistan’a girdiği ve Türklerin inancını değiştirdiği bilgisi yer almamaktadır. Ekinci, bu iddiâsına dayanak olarak herhangi bir kaynak belirtmemektedir. Tabiî bu durum, iddiâsının geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır.
Şamanizmin din ya da inanç olmadığını söyleyenlerin genel olarak dayanak noktası, İslâm, Hristiyanlık, Mûsevîlik, Budizm, Zerdüştlük gibi belli bir sisteme sâhip olan dinlere dayalı yaptıkları kıyaslamadır. Bununla berâber birçok târihçi ve Türkolog, şamanizmin bir inanç sistemi ya da din olduğu görüşündedir. Sanat târihçisi Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, “Türk Mitolojisinin Ana Hatları” adlı eserinde “Şamanizm, milattan önceki devirlerden bu yana Türklerin ve çevrelerindeki toplulukların, İç Asya ve Orta Asya’da yaşadıkları bölgelerde uyguladıkları ve şaman ya da kam adı verilen din adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ya da uygulamalar bütünüdür”[32] demektedir. Son dönemde yetişmiş, en önemli şamanizm araştırmacılarından biri olan, halk bilimci Prof. Dr. Mihály Hoppál, “Avrasya’da Şamanlar” adlı eserinde, şamanizmi, sözcüğün geleneksel anlamı ile bir din olarak değil, bir inanç sistemi olarak gördüğünü belirtir[33]. Bununla berâber Türkolog Prof. Dr. Abdülkadir İnan, “Tarihte ve Bugün Şamanizm”[34] adlı önemli eserinin genelinde şamanizmin bir din olduğunu vurgulamaktadır. Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden biri olan Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, “Hâtıralar”[35] isimli eserinde, şamanizmin bir tabiât dini olduğunu ve bu yönüyle kitap dinlerinden daha iyi olduğunu söylemektedir. “Umumî Türk Tarihine Giriş”[36] adlı eserinin birçok yerinde de şamanizmi bir din olarak ele almaktadır. Ayrıca “Oğuzların Hıristiyanlığı Meselesine Ait”[37] adlı makâlesinde de Barthold’un Oğuzların Hristiyan olduğu iddiâsına cevap vermekte ve Oğuzların Hristiyan değil, Şamanî (Şamanist) olduğunu belirtmektedir. Türkiye’de yaşayan ve Rusya Federasyonu’na bağlı Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın Türkiye temsilciliği görevini yürüten sosyolog Timur B. Davletov, “Türkleri’nin Geleneksel Kamlık İnancı Bağlamında Kadın Haklarına Bakış”[38] adlı makâlesinde, kamlık ya da şamanizmin bir din olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından 16-17 Nisan 2007 târihinde düzenlenen “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”nde “Kamlık İnancında Kam (Şaman) ve Kümelenme Geleneği Üzerine”[39] başlığıyla sunduğu bildiride de bu görüşünü ortaya koymaktadır. Kendisi de aynı zamanda bir şamanist olan Davletov, sosyal medya üzerinden bu konudaki tartışmaları eleştirmekte ve şöyle demektedir. “Kam dini mensubu insanlar, başka dinler din değildir, demezken, diğer din mensupları, Kam dini konusunda fikir ileri sürebiliyor”. Hakas bilim adamı Larisa Anjiganova, “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”nde sunulan ve “Geleneksel ve Çağdaş Hakas Kamlığı”[40] adını taşıyan bildirisinde, Hakan inancını kamlık olarak isimlendirmektedir. Altay Tengricilerinin en önemli isimlerinden olan Akay Kunayev, bu konuda şöyle bir değerlendirme yapmaktadır. “Nasıl kelebek kışın kozada saklanır yazın çıkar, tengricilik de Şamanizm’den öyle çıkmıştır”[41]. Bahaeddin Ögel, şamanizmin bir inanç olduğunu kabul etmekle berâber, “Türk dininin en dejenere olmuş bir tipi”[42] olarak nitelemektedir.
Tengri inancının isimlendirilmesi noktasında, elbette, bu konuda en başta bunun inancın mensuplarının hakkı vardır. Bu konuda Hakas, Altay, Tuva, Saha ve bu inanca mensup olan birçok Türk boyunun hem Tengrici adını, hem kamcı (şamanist) adını kullandığını görüyoruz. Ayrıca şamanizm ya da kamcılık ismine karşı olanların bilimsel dayanaklarının da zayıf olduğu görülmektedir. Çünkü bir inancı, başka bir inanca göre değerlendirmek büyük yanlıştır. Bu kabul edilemez. Bu yüzden de kamlık ya da şamanizm şeklindeki isimlendirmeler de doğrudur. Bununla berâber bu tartışmanın bir tarafı olmamak adına, her iki kesimin benimsediği ve günümüzde de en çok kullanılan Tengricilik ismini tercih etmekteyim.
a) Türk İnancında Tanrılar ve Tanrısal Varlıklar
Yukarıda da yazdığım gibi Tengricilik, bünyesinde Tengri’nin dışında birçok tanrı ya da tanrısal varlığın bulunduğu çok tanrıcı bir inanç sistemidir. Makâlenin bu kısmında bu tanrıların neler olduğunu ortaya koyacağım. Bir anlamda bir Türk panteonu ortaya koymuş olacağım.
Tengri, Ülgen, Erlik Han, Umay, Kün (Güneş), Ay, Çolpan (Çoban Yıldızı), Demirkazık (Kutup Yıldızı) genel olarak inanılan tanrılardır.[43]
Tengri’nin ne olduğu ile ilgili geniş bir bilgi verdiğimiz için burada tekrar anlatmayacağım. Ülgen, genel olarak Tengri’den sonra yer alır. Hattâ zaman zaman Tengri’nin yerini aldığı bile görülmüştür. Ülgen, Altay Türklerine göre en büyük tanrı olan Kayra Kaan’ın evlâdıdır. Diğer Türk boylarında da Tengri’nin üç çocuğundan en büyüğü olarak görülür. Rus etnograf Andrey Anohin tarafından ortaya konan bir rivâyete göre Ülgen, ayın ve güneşin ötesinde, yıldızların üzerinde yaşar. Onun en yakınına ancak erkek kamlar gelebilir. Onlar bile en fazla demir kazık (kutup) yıldızına kadar çıkabilirler. Ülgen’in altından yapılmış bir tahtı vardır ve kendisi insân görüntüsündedir[44].
En büyük yaratıcı konumunda olan Ülgen için kamların ettiği duâlardan bâzıları şöyledir:[45]
“Aylu kündü yaan yer
Ay künüm yayagan
Atam Ülgen bıçıgan”
(Aylı ve güneşli makâmı
Ayımı ve güneşimi yaratan,
Biçimlendiren atam Ülgen.)[çeviri K.A.K.]
“Yetti atamnıng kötergeni
Yer büterde yayagan
Başurganım Bay Ülgen”
(Yedi atamın taşıdığı
Yeryüzünde yaratan
Başvurduğum [taptığım] Bay Ülgen) [çeviri K.A.K.]
Ayrıca Ülgen, gökyüzü ve yeryüzünü yaratan tanrıdır. Altay yaradılış destânlarından birinde şöyle denir:
“Ülgen yere bakarak, “Yaratılsın yer!” demiş.
Bu istek üzerine denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak “Yaratılsın gök” demiş.
Bu buyruk üzerine üstünü gök bezemiş.”[46]
Ülgen’e edilen duâlarda, birçok sıfatı olduğu göze çarpmaktadır. Ak Ayas (Ak Parlak), Ayas Kaan (Parlak Kaan), künürtçi (gürültücü), yakıcı (küygekçi), yalgınçı (şimşekçi)[47] gibi sıfatlar, Ülgen’e edilen duâlarda kamların kullandığı sıfatlardır. Dikkât edilirse, bu sıfatların tamâmı gökyüzüne ilişkindir. Gürültücü sıfatı ise gök gürültüsünden kaynaklanmaktadır.
Bununla berâber Ülgen’in yedi oğlu, dokuz kızı bulunmaktadır.[48] Oğullarının adları, Karşıt, Buura Kan, Yaşıl Kan, Burça Kan, Karakuş (kartal), Baktı Kan, Er Kanım. Ülgen’in bu oğulları, Ülgen’in bir alt kademesinde yer alan tanrılardır. Bunlara da aynı Ülgen’e olduğu gibi duâ edilir, kurban sunulur. Ancak bunlar için put (töz) yapılmaz. Ülgen’in kızlarının ise özel adları yoktur. Bu dokuz kıza, “Ak kızlar” ya da “Kıyan”lar denilir. Bunlar kamların ilham perileridir. Kamlar, elbiselerinin ucuna bu kızların putlarını takarlar.
Ülgen’in çocuklarının dışında, Yayık, Talay, Suyla, Karlık ve Utkuçı gibi Ülgen’in emrinde olan ve yine Ülgen’e yapılan tapınmalar gibi tapınılan tanrılar bulunur. Bunlardan Yayık, insanları kötülükten korur, hayât verir. Ögel’e göre ise Yayık’ın (Yayık Han) ırmak tanrısı olması muhtemeldir[49]. Talay, deniz tanrısıdır[50]. Suyla için “at gözlü kartal”da denilir ve insanların arasında dolaşıp, onları koruduğuna inanılır. Karlık, görevi Suyla gibi olan, insanların arasında dolaşan ve onları koruyan bir tanrıdır. Utkuçı, kamın kurbanlarını ve iyi dileklerini Ülgen’e ulaştıran tanrıdır.[51]
Umay, Tengri’nin çocuklarından biridir ve bir nevi bereket tanrıçası olarak kabûl edilir. Umay, eski Türk yazıtlarında adı en çok geçen Tanrı’dır. Tonyukuk ve Kül Tigin yazıtlarında önemli bir yer tutar. Kül Tigin Yazıtları’nda Bilge Kağan şöyle der:
“Umayteg ögüm katun kutına inim Kül Tigin erat boldı.”[52] (Umay gibi anam katun kutunda, kardeşim Kül Tigin, er adı aldı.)
Buradan Bilge Kağan’ın annesini Umay’a benzettiğini ama bunun ötesinde kut’u Umay’dan aldığını öğreniyoruz. Böylece Umay, bereket tanrıçası olmanın yanında kut’un kaynağıdır.
Ayrıca Tonyukuk yazıtlarında da şu şekilde yer alır:
“Teñri Umay, iduk yer suv, bana berdi erinç.”[53] (Umay Tanrı, kutsal yer-su, bize yardım etti.)
Talat Tekin ve Yaşar Çoruhlu’nun da bu okumayı kabûl ettiğini görüyoruz. Bununla berâber Tonyukuk yazıtlarındaki bu kısım hakkında farklı okumalar da bulunmaktadır. Hüseyin Nâmık Orkun, “Tanrı, Umay, kutsal yer-su”[54] şeklinde okumaktadır. Muharrem Ergin de, Hüseyin Nâmık Orkun gibi Tanrı ve Umay’ı ayrı olarak okumaktadır. Ancak Muharrem Ergin, günümüz diline “Tanrı, Umay ilâhe, kutsal yer-su”[55] olarak çevirmektedir.
Kaşgarlı Mahmûd, Divânü Lugâti’t Türk adlı eserinde Umay ile ilgili çok ilginç bir atasözüne yer vermektedir. “Umayqa tapınsa ogul bulur”[56]. Yâni Umay’a taparsan, çocuğun olur.
Bu yazılı kaynakların dışında çeşitli Türk toplulukları, Umay’ı farklı şekillerde tasvir etmişlerdir. Dağlık Altay bölgesinde bulunan Kudirge kayasındaki çizimlerde zengin, üç boynuzlu ve süslü başlı bir kadın olarak çizilidir. Ayrıca Teleütlerde üzeri beyaz, ipek giysili, dalgalı, gümüş saçlı, güzel, tâze bir genç kadın olarak tasvîr edilir.[57] Ayrıca Abakan yakınlarındaki Altun göl civârında bulunan bir mezar kitâbesinde “Bu atımız Umay Beyimiz”[58] yazmaktadır. Buradan görüldüğü üzere Umay adı, dişilik belirtmesine rağmen erkeklere de konulabilmektedir.
Tengrici Türklerin dışında da, Umay inancı hâlâ yaşamaktadır. Müslümân Anadolu Türkleri arasında Sarıkız adıyla ve Huma kuşu adıyla varlığını sürdürmektedir. 1892 yılında Hakas Türkleri arasındaki bir kamın ateş ruhuna ettiği duâyı, Katanov belirtmiştir. Bu duâ, şu şekildedir.[59]
“Sana, anam Imay, yiyecek veriyorum, bu fincandakini iç… Senin çocuklarının (yani insanlarının) ipi sağlamlaşacak ve yaşlı ve genç kardeşler (erkekler) çoğalacak! Beşiklerinin (çocuklarının) ipi sağlamlaşacak ve yaşlı ve genç kız kardeşler (kadınlar) çoğalacak.”
Bir kansız kurban sunusu olan bu duâ, Umay’a yönelik tapınmalardan birini oluşturmaktadır.
Buraya kadar iyi bir tanrıça özelliği gösteren Umay için çeşitli Türk topluluklarında kötü tanrıça inancı olduğu da görünmektedir. Çeşitli zaman dilimlerinde Al Karısı ile Umay’ın aynılaştığı ve loğusadaki kadın ile çocuğuna zarar verdiğine dâir çeşitli inançlar yayılmıştır. Ama tabiî olarak, bu, çok geniş bir alana yayılmamıştır.[60]
Erlik Han, Tengri’nin Ülgen ve Umay ile birlikte bir diğer çocuğudur. Erlik adı, güçlü anlamına gelmektedir. Bu yüzden de birçok Türkolog, Erklik adının değişimi olduğunu söyler. Bununla berâber Ülgen’in ve Umay’ın ortaya koyduğu iyi görünüme karşın, Erlik Han, kötü bir tanrı izlenimi vermektedir. Erlik Han, inanca göre Tengri tarafından cezâlandırılmış ve yeraltında yaşamaya başlamıştır. Bütün yeraltı, Erlik Han’ın sorumluluğundadır.
Erlik Han, insanlara kötülük yapar, hayvanlarını, tarım ürünlerini yok eder, onlara hastalık getirir ve ölümlerine sebep olur. Ayrıca felâketlerin kaynağı da, yine Erlik Han’dır. Kam duâlarında atlet vücutlu, yaşlı, gözleri ve kaşları simsiyah, dizlerine kadar uzayan çatal sakallı, yaban domuzunun dişlerine benzeyen bir bıyığı olan büyük bir canavar gibi nitelenir. Yeraltında Almıs[61] adlı bir sarayı vardır. Sarayının yanında gözyaşından dokuz nehir akar, nehrin üstünde de at kılından bir köprü vardır. Büyük ihtimâlle gözyaşından dokuz nehir, insanlara yaptığı kötülüklerden dolayı, insanların gözyaşlarını sembolize etmektedir.
Bir kam duâsında, şöyle denir:[62]
“Kara argımak minittü
Kara çibek tizgindü
Kara yılan kamçılu
Er aldıma külüp kel”
(Kara aygırdır bindiği
Kara ipektir dizgini
Kara yılan kamçılı
Tam önüme gülüp gel) [çeviri K.A.K.]
Ayrıca Altay Türkleri’nin Er-Samır Destânı’nda, Er-Samır ile Erlik Han’ın kavgasından önce, Er-Samır’ın dilinden şöyle tasvîr edilmiştir:[63]
“Erin sagalı emçek aşkan,
Caak sagalı cardın aşkan,
Eki gözü tenistiy
Erlik-Biy aydıp turdı”
(Bıyıkları memelerinden sarkan,
Sakalı omuzlarını aşan,
İki gözü deniz gibi
Erlik-Biy konuştu)
Ülgen gibi Erlik Han’ın da çocukları bulunmaktadır ve bunlara da Erlik Han gibi tapınılır. Dokuz oğlu, dokuz kızı bulunan Erlik Han’ın oğullarının adları, Karaş, Mattır, Şıngay, Kömür Kan, Badış Biy, Yabaş Kan, Temir Kan, Uçar Kan, Kerey Kan’dır. Kızlarının ise sâdece ikisinin adı bilinmektedir ve adları, Sekiz Gözlü Kiştey Ana ile Erke Solton’dur. Kızlarının fazla bir etkisi yoktur. Sâdece Tengri’ye, Ülgen’e, Umay’a ve diğer iyi tanrı ve ruhlara kurban sunan kamların kurbanlarını engellemeye çalışırlar ve bayram zamanlarında yeryüzünde dolaşıp, insanların ruhlarını çalmaya çalışırlar. Erlik Han, bütün kötü tanrı ve ruhların yaratıcısıdır. Hepsi berâber yer altında yaşarlar.
Tengrici Türklerin en fazla tapındıkları, kanlı ya da kansız kurban sundukları, duâ ettikleri tanrı, Erlik Han’dır. Bunun sebebi, Erlik Han’ın kötülüklerinden korunmaktır. Zâten inanca göre Erlik Han’ın en çok istediği şey, kurbandır. Eğer kurban, zamânında verilirse ve Erlik Han, bundan memnûn kalırsa, oğullarından birini göndererek, emrindeki kötü ruhların zarar vermesini engeller.[64]
Altay Türkleri arasında Erlik Han, bir tabudur. Çizilmesi ya da putunun yapılması, yasaktır. Bunun felâket getireceğine inanılır. Gerçi kamlar, sözlü olarak tasvîr etmektedirler. Ama yine de Erlik Han çizimleri oldukça azdır. Bununla berâber yine de Erlik Han’ı belirten az sayıda çizim bulunmaktadır.
Kün (Güneş), Türklerin önemli tanrıları arasındadır. Türkler, Güneş’e “ana” diyerek, dişileştirmiş; Ay’a ise “ata” diyerek erkekleştirmiştir. Buradan Güneş için Umay gibi “tanrıça” dersek, yanlış söylemiş olmayız. Zâten Güneş ile ilgili anlatımlar, Umay ile önemli benzerlikler göstermektedir. Ancak ilk olarak hangisinin ortaya çıktığı ya da ne zaman farklılaştığı ve Umay’ın öne geçtiğini söylemek mümkün değildir. Bununla berâber Ülgen’in, güneşin, ayın ve yıldızların daha ötesinde olduğunu söylemiştim. Buradan da Güneş, Ay ve Yıldız tanrıların Ülgen’in alt kademesinde olduğunu söyleyebiliriz.
Kök Türkler, Güneş için Kün Tengri[65] demişlerdir. Saha Türkleri için de güneş oldukça önemlidir. Türklerin her dönemde tek tanrıcı olduğunu söyleyen isimlerden biri olan Bahaeddin Ögel, Yakut (Saha) Türkleri arasında Kün Toyun isimli bir Güneş Tanrısının olduğunu söyler[66].
Hun devrinde güneşe adak adandığı, kanlı ve kansız kurban sunulduğu, duâ edildiği bilinmektedir. Ayrıca Bahaeddin Ögel, Hun devrinde yaşayan çeşitli Proto-Moğol boylarının da güneşe kurban sunduğunu belirtir[67]. Bununla berâber Hun, Kök Türk ve birçok Türk hânedânında hükümdâr, her sabah çadırdan çıkıp, güneşi ululamakta ve ona tapmaktadır.[68] Günümüzde Saha Türkleri arasında “Gün selâmlama” duâsı olarak her sabah, güneş doğarken tekrarlanmaktadır[69].
Çu’larda da Güneş, hükümdârlık sembollerinden biridir ve Güneş âyini, bahar ekinoksu ile berâber yapılır. Bahar ekinoksu, 21 Mart olduğu için buna bir çeşit Nevrûz âyini diyebiliriz. Ayrıca bu âyin sırâsında bir öküz yakılarak, Güneş’e kurban olarak sunulurdu.[70]
Ayrıca İskitlerde de güneşe tapınma oldukça yaygındır. Ünlü Yunanlı târihçi Herodotos, bu konuda şunları söylemektedir:[71]
“Tapındıkları biricik İlah, Güneştir. Ona atları kurban ederler ve bu suretle İlahların en süratlisine ölümlü mahlukatın en süratlisini sunduklarına inanırlar.”
Kök Türk, Uygur ve Karahanlılarda da Güneş, Ay ile berâber “Kün-Ay” adıyla hükümdârlık sembolüdür. Karaçay / Balkar Türklerinde Kün Teyri adıyla yer almaktadır.
Kamlar için Güneş, çok önemlidir. Kam davullarında, mutlakâ Güneş sembolü olmalıdır. Ayrıca kam elbiselerinde de Güneş’i anlatan sembollerin olması gerekir. Bunlar bir anlamda, put olarak yer almaktadır.
İdil bölgesi Tatar Türklerinde uzun bir duâ bulunmaktadır. Bu duâ, “Güneş, şâhit ol”[72] diyerek bitmektedir. Ayrıca Âzerbaycan’da da “Güneş hakkı için” şeklinde bir yemîn vardır. Bu iki örnek, Müslümân Türklerde de, geçmişteki güneşe tapınmanın izlerini bizlere göstermektedir.
Ay, genel olarak Güneş ile berâber ele alınan bir tanrıdır. Güneş’in dişiliğine karşın, Ay, bir erkek olarak anlatılır ve “Ay baba” ya da “Ay dede” şeklinde kullanılır. Gerçi Oğuz Kağan Destânı’nda Oğuz Kağan’ın annesinin adı olarak geçer. Ama bunu genel bir kullanım değil, kadın adı olarak kullanıldığı şeklinde yorumlamak daha doğru olur. Yukarıda Umay örneğindeki “Umay Beyimiz” ifâdesinde de ters açıdan benzeri bir kullanım vardır.
Ayrıca hükümdârlar, sabah, Güneş’e tapındıkları gibi geceleri de Ay’a tapınırlardı. Ayrıca kam davullarında ve kıyâfetlerinde Ay’ın da büyük önemi vardı. Davul üzerindeki çizimler ile kıyafetlerindeki Ay’ı anlatan semboller, put görevi görmektedir.
Çu’larda, Ay, hükümdârlığın diğer bir sembolüdür ve Ay âyini, sonbahar ekinoksu ile berâber yapılır. Sonbahar ekinoksu, 23 Eylül’dür. Bu, mevsimlerin günün vakitlerine benzetilmesidir. Yukarıda da belirttiğim gibi Kök Türkler döneminde Ay, Güneş ile birleşmiş ve “Kün-Ay” adıyla hükümdârlık sembolü olmuştur. Sonraki dönemlerde ise bu “Ay-Yıldız” birlikteliğine dönüşmüştür. Günümüzde de bu şekilde yaşamaya devâm etmektedir. Ancak ne ilginçtir ki, Türkler, Müslümân olduktan sonra bu Tengrici birlikteliği İslâm’ın sembolü hâline getirmeyi başarmışlardır. Günümüzde Türkiye ve bâzı Türk devletlerinin dışında Pakistan, Tunus, Moritanya, Cezâyir, Libya ve birçok İslâm ülkesinin bayrağında Ay-Yıldız birlikteliği yer alır. Ayrıca Anadolu’da hâlâ “Ay dede” şeklinde bir kullanım bulunmaktadır. Hattâ benim çocukluğumda Ay için “Ay dede” diyen birçok kimse ile karşılaşmıştım.
Çolpan ya da Çoban Yıldızı, Türkler için önemli tanrılardan biridir. Genel olarak atların ve çobanların tanrısı olarak inanılır ve “Atların koruyucusu Çoban Tanrısı”[73] olarak geçmektedir. Çolpan da, Güneş gibi dişileştirilmiştir ve böylece bir tanrıça olarak görülmüştür. Ancak Buryatlar, Solbon adını verdikleri bu tanrının, erkek olduğuna inanırlar. Bununla berâber Abakanlı kamlarda şöyle bir duâ bulunmaktadır:[74]
“Gök Tanrıda gök bulut, Ak Tanrıda ak bulut. Ak Tanrı, merhametli han! Eğri buluttan etekli, çatal bulut ayaklı, Çoban Yıldızı Tanrı, Çoban Yıldızı Tanrı…”
Ayrıca Zühre yıldızı olarak da bilinen bu Tanrı, güzelliğin de sembolüdür. Venüs gezegenine karşılık gelen Çoban Yıldızı’nın, Romalılarda da Venüs adıyla güzellik tanrıçası olması, ilginç bir noktadır. Bugün Anadolu’daki birçok türkü, Zühre ya da Çoban Yıldızı’nın güzelliğini ifâde etmektedir. Meselâ Âşık Ali İzzet Özkan’a ait olan “Mecnûn’um Leylâ’mı Gördüm” adlı türkü de, Zühre, şu şekilde geçmektedir.
“Soramadım bir çift sözü.
Ay mıdır gün müdür yüzü?
Sandım ki, Zöhre yıldızı.
Şavkı beni yaktı geçti.”
Demirkazık ya da Kutup Yıldızı, bütün yıldızlar içerisinde Türkler için en önemli olan yıldızdır. Ayrıca en önemli tanrılardan biridir. Bâzı Türk boylarının inancına göre göğün direğidir ve tanrılar, atlarını bu direğe bağlarlar. Ayrıca dünyâ ağacı, Kutup Yıldızı’nın oluşturduğu eksene bağlıdır. Buryatlar ve birçok Türk-Moğol boyu, yıldızları birer at, Kutup Yıldızı’nı da bunların bağlandığı kazık olarak görür. Zâten adına Demirkazık ya da Altunkazık denmesinin nedeni de budur.
Çu’ların inancında da Demirkazık, evrenin merkezidir ve dünyâ, onun etrâfında dolaşır. Ayrıca Gök Tanrı’nın ikâmet ettiği yerdir.[75]
Bahaeddin Ögel, bu konuda eski bir Türk efsânesinden, şu alıntıyı yapmaktadır:
“Derler, Kutup Yıldızı, gökteki bir kapıdan
Aydınlatırmış bizi, nur verir, üst yapıdan!..”[76]
Altay Türkleri’nin inandığı tanrılar[77];
Tengri Kayra Kan, Ülgen, Kızağan, Mergen, Erlik Han, Umay, Ana Maygıl, Ak Ene (Ana), Pırkan Tengri[78].
Tengri Kayra Kan ya da Kayra Kan, Altay Türkleri için en büyük tanrıdır. Ülgen, Kızağan ve Mergen, onun oğullarıdır. Radloff, bunu şu şekilde anlatır:
“Tengere Kayra Kan bugün dahi semanın on yedinci katında oturur ve oradan kâinatın ka
selamlar, siteniz için sizi tebrik ediyorum. onaltıyıldız.com gibi bir kaç site ile yavaş yavaş öğrenmeye başladığım türk tarihini sayenizde daha fazla edinebiliyorum. sizden ricam şaman müzikleri, boğaz müzikleri ve eski türk müzikleriyle bir liste yapsanız, ya da sitenizden dinleyebilsek konuları okurken, muhteşem olurdu. her şey içiçn teşekkürler.