Devlet Meclisi ve Kurultay

Kurultay sözü, Türkçe kurul ve Moğolca tay ekiyle oluşmuş, bir sözdür. Bugünkü Türkçemize bu deyim, Çingiz Han devletinden girmiştir. Kurultay, bir Danışma Meclisidir. Oğuz Türkçesindeki asıl karşılığı kengeş demektir. Ancak, kurultayın bir toplantı olması sebebiyle, Oğuz Türkleri onu, yığınak, dernek, derim gibi birçok sözlerle de, adlandırmışlardır. Kurultay, devlet idaresinin temelini oluşturur. Bundan dolayı bu konu üzerinde, derin olarak durmak gereklidir. Çünkü bunun üzerinde, şimdiye kadar doğru dürüst bir araştırma da yapılmamıştır. Yapısını ve ayrıntılarını bilmediğimiz, temel bir devlet müessesesi hakkında birkaç bilgi ile hüküm vermek ve sonuca varmak, doğru değildir. Türk tarihinin kaderi budur. Her konuya derin olarak girmek gerekmektedir.

 

 

Kurultay Anlayışının Temelleri

 

1.Mete ile İlk Kurultay Haberi Başlıyordu

Hunların doğusunda bulunan, Proto-Moğol Tunghu devletinden, Mete’ye bir elçi gelir ve Mete’nin ünlü atını ister. Tunghu devletinin gayesi, Mete henüz zayıf iken, onu bastırmaktır. Mete, devletin ileri gelenlerini toplar ve onlara durumu bildirir. Herkes buna karşı gelir. Ancak Mete, komşu devletten bir at esirgenmez, der ve kendi atını verir. Az sonra elçi yine gelir, Mete’nin kadınını ister. Ancak bu, Mete’nin ünlü ulu hatunu değildir. Mete yine kurultay toplar. Buna herkes çok kızar ve bu Tunghularda, ahlak anlayışı (tao) diye bir şey yok, diyerek bağırırlar. Ancak Mete, onları dinlemez ve kadınını verir. Az sonra aynı devletin elçisi yine gelir. Bu kez çorak bir toprak parçasını ister. Mete yine kurultay toplar ve durumu, devletin ileri gelenlerine bildirir. Buna bazıları karşı gelmezler ve at ile kadın verildikten sonra, bunu da verelim, derler. O zaman Mete kükrer ve şöyle bağırır: “At ve kadın benimdi. Onun için verdim. Toprak ise, devletindir. Devletin malını başkasına nasıl verebiliriz?” Mete bunu dedikten sonra toprak parçasını verelim diyenlerin başlarını, hemen orada kestirir.

“Mete’nin kurultayı”, bir çeşit Oğuzların “kengeş” ve meşveret meclislerine benzemektedir. Toplanma, görüşme vardı. Ancak son söz devletin sahibi olan hakanın oluyordu. Mete orduda, çok sert ve disiplinli bir eğitim uygularken; ona benzer sert ve öğretici bir eğitimi de devlet içinde uyguluyordu. Kaşgarlı Mahmud’un derlediği çok eski bir Türk ata sözünde dendiği gibi, Geniş elbise parçalanmaz, danışmakla gelişen bilgi ise, bozuk ve kötü çıkmaz!

 

2.Kurultay, Başlangıçta Türklerde, Din Töreni, Bayram, Yeme İçme Toyu, Eğlenme ile Yarışmayı da, İçinde Toplayan    Bir Devlet Toplantısı idi

Önemli olan nokta budur. Bu toplantılarda. halk ile devlet birleşiyor ve kaynaşıyordu. Çingiz Han devletinde ise kurultay, aristokratların, yani Çingiz Han’ın soyundan gelenlerin toplantısıdır. Anlaşıldığına göre, dernek veya toy şeklinde olan bu kurultaylara, Hunlar ile Oğuzlarda, halk da katılıyordu. Büyük Hun devletinde başlıca üç büyük toy ve yığınak vardı:

1) Yeni yıl bayramı,
2) İlkbahar bayramı
3) Güz bayramı.

Bilhassa bu sonuncusu, yani güz bayramı, büyük bir kurultay şeklinde, Çin’in kuzeyindeki Lung-ch’eng adlı yerlerde yapılırdı. Bu bayram veya toy kurultayına, devletin bütün ileri gelenleriyle, vassal veya bağlı kurulların da katılma zorunluluğu vardı. Bu büyük Bayram Kurultayı’na gelmeyenler, Hun hakanına isyan etmiş sayılırlardı. Tıpkı Dede Korkut’taki gibi! Dış Oğuz, Bayındır Han’ın toyuna gelmedi diye, düşman ilan edilmişti. Güz kurultayında, atlar da semizleşmiş ve savaşa hazır olmuş olurlardı. Bu konuya az sonra yeniden döneceğiz.

Oğuzlarda kurultay ve danışma toplantısı yaygın olarak, toy veya düğün-dernek şeklinde yapılırdı. Zaten, gerek halkı ve gerekse beyleri yedirip içirmek, hakanın bir vazifesi idi. Aşağıda da belirteceğimiz gibi, halk ile beyler Hanlardan davacı olabilirlerdi. Bu toyların içinde, hanın evini yağma etme de vardı. Divan veya devlet divanı, Dede Korkut’ta divanın, hem bir toplantı yeri ve hem de toy yeri olduğu görülmektedir. Ağır ulu divan, davulların gümbür gümbür düğüldüğü, bir yerdir.

 

3.Yıllık Büyük Din Töreni ile Kurultayın Bir Arada Yapılması

Din ve devlet hayatını, devlet ve orduya ait heyecanı, hep birlikte yaşama ve böylece sosyal gelişmeyi, bu yolla tamamlama, Türk tarihine çok şeyler vermiştir. İslamiyet’de ki yücelik ile cihat ruhu da, bu kaynaktan geliyordu. Peygamberin başkumandan olması, duygu ve gönüllere bambaşka bir yön vermişti. Eski Türk tarihinde baş rahip, yahut Batıdaki deyimlerle “pontifex maximum” yani papa ve papaz, eski Türklerde bakanların kendileri idi. Şimdi, birkaç vesika sunduktan sonra bu konuya yeniden döneceğiz.

a) Kurultay ile din törenlerinin kaynaşması: Bu çeşit toplantılar, en muhteşem sahneleriyle, ilk defa Büyük Hun İmparatorluğunda görülmekte ve Göktürklerde de, devam etmekteydi. Kaynaklarımız, Hunlarda ki, gerçekten büyük ve muhteşem üç kurultay için, şöyle diyorlardı:

Yılbaşında (veya yılın ilk ayında, yani ocakta), Hun hakanının sarayında (veya otağında), küçük kurultay yapılırdı. (Bu tören), atalara kurban verilen (saray ve otağda ki) sunakta yapılırdı. Bilindiği üzere Türklerde, Çin’de yapıldığı biçimde bir ata kültürü veya atalara tapınma ile atalara kurban verme gibi, çok ayrıntılı ritler ve seremoniler yoktu. Nitekim Çin tarihleri de, Göktürklerin, atalara kurban verme tapınakları,-yani Çin biçiminde-yoktur. Ataların keçeden heykellerini yapar ve bir torba içinde, saklarlardı, diyorlardı. Türkler bu ata heykelciklerine, tös adı veriyorlardı. Ancak Hunlar, anlaşıldığına göre, bunun yerine bazı yerlerde altın heykel kullanıyorlardı.

Büyük Kurultay (veya toplantı,) yılın 5. ayında, (yani mayıs ayında, bahar başlangıcında veya yılbaşında Lung-ch’eng’de yapılırdı Bu toplantıda, kendi atalarına kurban verilirdi. (Halbuki yukarıda, atalar için verilen kurban sunağı, Hun hakanının sarayında bulunur, denmişti.) Yer ile göğe, kötü ve iyi ruhlara da kurban, burada verilirdi.

b) Bağlılık ve sadakat andının yenilenmesi, bu kurultayda yapılıyordu. Prensler, devlet büyükleri, boy beyleri ile Hun İmparatorluğu’na bağlı krallar, baharda bu kurultaya katılıyorlar ve Hun Hakanına, böylece bağlılıklarını bildirmiş oluyorlardı. Örnek olarak, Batı Türkistan’ın doğusundaki Wusun Kralı, ta Orhun’daki bu kurultaya gelerek, katılıyordu. Gelmezse bağımsızlığını ilan etmiş ve düşman biri olarak, kabul ediliyordu. Bunu, kesin olarak biliyoruz. Dış Oğuz, hanın toyuna gelmedi diye, Oğuzlarda kopan gürültüyü Dede Korkut’tan biliyoruz. Lung-ch’eng, Ejderha Kalesi demektir. Ancak, Hunlarda, surlu şehirler yoktu. Daha sonraki kaynaklar ise bu yeri, yalnızca Lung-kurban sunağı (tz’u) adıyla anıyorlardı (HHS, 119). En iyisi buna, Ejderha-kurbanı denseydi, belki daha doğru olurdu. Çünkü SC So yin’in, eski notuna göre Hunlar, batıdaki Ejderha Tanrısını saygılarlardı. Bu notu, biraz dikkatle karşılamak gereklidir. Çünkü Hunlar ile Göktürklerde, bir ejderha kültü ve ibadeti, görülmüyordu.

c) Savaş ve sayım kurultayı. Devletin kaynakları ile halkının kontrol ve sayımı, yapılan bir toplantıya Sayım Kurultayı da, diyebiliriz. Bu kurultay, sonbaharda, eylül ayında yapılırdı. Çünkü bu ayda atlar güçlenmiş oluyorlardı. Askerlik yapacak gençler de, evlerindeki işlerini bitirmişlerdi. Kaynaklarımız şöyle diyorlardı: Sonbaharda atlar güçlenince, (yani semizlenince), (Çin’in kuzeyindeki) T’ai-lin’de büyük toplantı (veya kurultay) yapılır. Burada insan gücü gözden geçirilir ve hayvanların sayımı yapılır. (Bk. Çin n. 24). Aslında bu vesika, içinde toplandığı sözler ve mana bakımından, çok görkemlidir. Bu vesikanın, devlet yapısı ve anlayışı bakımından taşıdığı büyük değeri, az sonra belirteceğiz. Daha sonraki bir kaynağımız şöyle diyordu: Hunlar bir yılda üç defa ejderha (veya Lung) kurban töreni yaparlar. Yılın birinci, beşinci ve dokuzuncu aylarının, (yani ocak, mayıs ve eylül aylarının) mwu günlerinde, göğe ve tanrılara kurban verirler (HHS, 119. 5). Buradaki wu günü, Çin imparatorunun tahtının bulunduğu yerin, yani yerin tam ortasının, sembolü olan bir gündür. Bu 5. gün olsa gerektir. Tan-lin şehri, Kuzey Çin’deki Ma-i şehrinin yakınında idi. De Groot’un da dediği gibi eylül ayı, Hunlarda kışın ve dolayısıyla savaş hareketlerinin başladığı bir çağdı. Bu çağ, aynı zamanda Çin’de harman mevsimi idi.

d) Göktürklerde devlet toplantısı da, çoğu zaman bir din töreni şeklinde görülüyordu: Göktürkler de Hunlar gibi bu büyük toplantıyı 5. ayda, yani mayıs ayında bir Bahar bayramı şeklinde yaparlardı: (Göktürk) kağanı, sürekli olarak Ötüken dağında otururdu. Çadırı, doğuya, yani güneşin doğduğu yöne dönüktü, Böylece (güneşi) saygılamış olurlardı. Her yıl (Göktürk kağanı), devletin ileri gelenleriyle birlikte, kurban vermek için, ata mağarasına giderdi. 5. ayın yani mayısın ortalarında ise, toplanırlar ve “Gök Tanrı”ya, Temir ırmağı kıyısında, kurban verirlerdi. Burası, Ötüken’den dört veya beş yüz mil kadar, bir uzaklıktadır. Oranın çevresini, çok yüksek dağlar, yükselerek çevirirler. Bu dağlarda, çok ot ve ağaç vardır. Burasına, Po-teng-ning-li dağları denir. Bunun manası ise Yer Tanrısı demektir. (CS, 50). Bu çok önemli vesikayı, P. Pelliot açıklamaya çalışmıştır (TP, 26, s. 214). Burada, diğer ayrıntılar konumuzu doğrudan doğruya ilgilendirmediğinden, üzerinde durmayacağız. Bu törene, halk da katılıyordu. (Bk. Çin. n. 25). Bu mağara, Göktürk türeyiş efsanesinde, kurdun girdiği ünlü ata mağarası olmalıdır.

Yüksek dağlarla çevrili yer de, herhalde “Ergenekon” idi. Bu toplantıda, at ve koyun da, kurban ederlerdi.

e) Uygur Devlet-halk toplantısı, M.S. 983-985 yıllarında, Turfan’a gelmiş olan ünlü Çin elçi ve seyyah Wang Yen-t’e’nin gezi raporunda çeşitli yönleriyle, çok defa anlatılmıştır. Uygurlarda, tam bir demokrat idare vardı. Halk ile hakan arasındaki ayrılık ve mesafe azalmıştı. Sosyal adalet yine tam olarak kurulmuştu. Çünkü bu gezi raporunda, Uygurlarda herkes çalışır, çalışmayanlara da devlet yardım eder, deniyordu.

 

4.Kurultay, Milletin Birleşmesi, Kaynaşması ve Din ile Devlet Gücünü, Tek Elde Toplayan, Gösteri ve Toplantıdır

Böylece, konunun temel noktasına, gelmiş bulunuyoruz. Türk devletlerindeki kurultayların bu özelliğine, Çin kaynakları yoluyla ilk defa inebilen ünlü Japon bilgini Şiratori olmuştu. Ona göre, devletin ve milletin temellerini sağlamlaştıran hiçbir müessese ve kuruluş, Hunlarda ki bu üç festival-kurultay kadar güçlü ve gerekli olamazdı. Milletin birleşip ve kaynaşması, bu toplantılar yolu ile sağlanıyordu. Prensler, büyük memurlar ile vassallar, bu festival-kurultaylarına gelmek zorunda idiler. (Bilhassa mayıs ayı kurultayına). Bu festival-kurultaylara gelmeyenler, yalnızca Tanrının değil; hakanın da emirlerine bağlanmama ve sadakatsizlik ile suçlanırdı. Gelmeyenler, kanun dışı hainler, tabiler veya bağlılar olarak, kabul edilirlerdi. Aynı zamanda bunlar, isyan etmiş, başkaldırmış kişiler olarak sayılırlar ve cezalandırma yoluna gidilirdi. Bunların, tarihteki örneklerini de, görüyoruz. M.Ö. 85’te kızan Hun prensleri, Lunhg-ch’eng’deki büyük kurultaya gitmiyorlardı. M.Ö. 93 yılında Sol Bilge Prensi ise, hakandan korkup, kurultaya gitmedi. Bunu Şiratori de, anıyordu. (TB, T, s. 29). Hatuna kızan bazı prensler ise, hakanın otağında ki toplantıya gitmiyorlardı. Eskiden beri Hunlara bağlı olan Wusun kralı da biraz güçlenince, Hunların saray toplantılarına gitmedi. Bunun üzerine Hunlar ordu göndererek onları cezalandırmak istemişti. Bu davranışlar, devletin müesseselerinin kuruluşu ile, devlet anlayışının gelişip, güçlenmesini desteklediklerinden, bu hadiseleri Çince vesikalarla, vesikalandırmak gereklidir.

Japon Şiratori’ye göre Hun hakanını da, bir Çin imparatoru gibi düşürmek gereklidir. Çünkü Çin’deki iki törende yere ve göğe, Çin imparatorunun bizzat kendisi kurban verirdi. Onun yerine başka hiçbir kimse bu işi yapamazdı. Hunların da bu büyük bayramlarında, herhalde yalnızca Hun hakanı toplantıya başkanlık ediyordu. Bu onun imtiyaz ve ayrıcalığı (privilege) idi, bu hak ve vazifesini hiçbir yolla, başkası hesabına feragat ederek, başkasına bağışlayamazdı. Çünkü Hun hakanı, Gök tarafından tahta çıkarılmış ve bu hak yalnızca kendisine verilmişti. (A. esr., s. 28). Şiratori, bu görüşlerinde çok haklıdır. Göktürk devletinde de durumunun, aynı olduğu görülüyordu.

Oğuzlarda kengeş toyu, çok önemli idi: Hanlar hanı, Han Bayındır Han, yılda bir kere toy edüp, Oğuz beğlerin konuklar idi (DK, 10, 4). Görülüyor ki Oğuzlarda,-önemli bir şey olsun olmasın-han, yılda bir kez beylerini toplayıp konukluyor ve bu arada, danışma ile görüşme oluyordu. Yukarıda gördüğümüz gibi, toya gelmeyenler, Hunlarda da düşman kabul edilirdi. Dede Korkut’ta şöyle deniyordu:

Üç Ok, Boz Ok yığnak olsa, Kazan evün yağmaladur idi İttifakı cem’i, Taş Oğuz Beğleri, Kazana gelmediler…adavet eylediler… (DK, 291). Aslında ev yağmalatma toyu, bir halk toyudur. Yalnızca beglerin toyu, değildir. Dede Korkut’un birkaç yerinde görüldüğü gibi düşmanlık, toya gitmemekle veya toy çağrılmamakla başlıyordu. Türkmenlerin Şeceresi’ne göre Salur boyundan Öğürcik, kim ki toy tutmadıysa onları buldum, diyordu.1 Toy tutmama da, herhalde bir ayıp idi.

 

Kurultay ve Divan Çeşitleri

1.Töreyi Kurma ve Toplama Kurultayı

Türklerde yeni bir devlet kurulunca, töreyi tespit edip kurmak için de, büyük bir kurultay yapıldığını görüyoruz. Aslında o devletin töresi, devletin kurucusunun adını taşırdı: Oğuz Han töresi ve orun ile ülüşü, Bumin Kağan, İstemi Kağan törüsü, Çingiz Han yasası, hatta Fatih’in Kanun-u Osmanisi gibi Oğuz Destanı içinde, Oğuz Han savaştan döndükten sonra büyük bir zafer toyu yapar. Bundan sonra da ikinci bir Töre toyu yapar. Direkler üzerine konmuş olan tavuklara yapılan atışlar yapılır. Orun, ülüş ve ongun’ların, Oğuz Han’ın çocukları arasında dağıtılması ise, ikinci toyda yapılmıştır. Bu konu üzerinde, Türk Mitolojisi adlı eserimizde, derin olarak durmuştuk (s. 206). Türkmenlerin Şeceresi ise, bu töre toyunu, Gün Han zamanına almaktadır. Gün Han’ın veziri Irkıl Hoca, nişan ve damgaları, Oğuz Han’ın çocuklarına dağıtır ve töreyi kurar. Bundan sonra da, büyük bir toy yapar.

a) Toylar ve devlet protokolü: Günümüzde bile devlet yemekleri, devlet içindeki protokol ve rütbelerin, kesinlikle belirlendiği yerlerdir. Resmî yemeklerde herkes, her istediği yere oturamaz. Türklerdeki “ülüş”, töre ve gelenekleri de, bu protokolü düzenleyen bir töredir. Topluluk içindeki herkesin yeri, bu ülüş haklarına göre, belirlenir. Ülüş sözü, ülüşmek ve üleşmek köklerinden gelir. Manası, pay demektir. Bir kişinin ülüş hakkı, başarısıyla yükselebildiği gibi, başarısızlığı ile de düşebilir veya kaybedilebilirdi. Bunun için Dingelsted ve ona dayanarak da Krader, Kazaklarda sınıf yoktur. Herkes, kendini atasından beri, soylu sayar. Herkes, atası ile öğünür. Yalnız aralarında, bir öncelik veya üstünlük hakları (the right of priority) vardır. Bu da ziyafetlerde, et kesmek ve ülüşmekle ortaya çıkar.2 Görülüyor ki, Oğuz Destanındaki ülüş töresi, kuzey Türklerinde de, halk arasında hâlâ yaşamaktadır. Halk arasında sınıf yoktu. Ancak atalardan gelen bazı hizmet ve başarı üstünlükleriyle aralarında, karşılıklı rıza ve hoşgörüye dayanan, bazı ayrıcalıklar oluyordu.

b) Türk töresinin kuruluşu, herhalde çok eskilere dayanır. Ancak Reşideddin ile Türkmenlerin Şeceresi gibi Oğuz Destanı ile ilgili kaynaklar, Türk töresini koyan kişinin, Oğuz Han’ın Büyük oğul Gün Han’ın veziri, Irkıl Ata veya Bilge Irkıl Hoca olduğunu yazıyorlardı. Önemli olan nokta, Türk töresinin bilgeler tarafından kurulmuş olması ve Türk kavimlerinin de, buna inanmış olmalarıdır. Yoksa, Irkıl Ata diye bir vezirin veya bilgenin yaşamış olduğu, çok şüphelidir. Nitekim Prof. A. İnan, bu vezirin, Türk mitolojisinde yarı Tanrı bir kam veya şaman olabileceğini göstermiştir.3 Bir kurultayda veya bir toplantıda, kim nerede oturacaktır? Bu, Türklerin deyimiyle, bir orun yani mevki meselesidir. Herkesin mülkiyet ve hakimiyetini gösteren bir damga ile, yine her Türk topluluğunun bir sembolü olan bir bayrak, Türk tarihinin hep bu mitolojik çağlarında oluşmuş, hukuki belgelerdir. Bütün bu töreler, topluluk düzeni ve askerî bir disiplin kurmak için, konmuş kanunlardır. Hunlar, T’ai-lin kurultayında, ormanın veya fidanların çevresini, atları ile üç defa döner ve dururlardı. Bu onların atalarından kalmış, eski bir töre ve kanun gibidir.4 Çin tarihi, kanun (fa) sözünü, burada bilerek söylüyor ve kullanıyordu. (Bk. Çin. n. 27).

 

2.Kurultaylar, Türk Tarihinde Hangi Gerekler İçin Toplanırlardı?

Kurultayın sınırlandırılmış olanları aslında Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğunda ki divan demektir. Nitekim Dede Korkut’ta da, Oğuzların büyük hanı Bayındır Han’ın divanından söz açılmaktadır. Çingiz Han ve oğullarının başkenti olan Kara-Korum’da da divana benzer bir ofis vardı. Devlet içinde büyük bir saygı ve otoriteleri olan, Çinkay gibi bir bürokrat sınıfı, bu divanı oluşturuyorlardı. Buna rağmen seçimler, savaşlar, tayinler ile ekonomik düzenlemeler hatta büyük yargılar, Çingiz Han devletinde, kurultay tarafından karara bağlanıyordu. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Cengiz Han devletinde kurultaya, yalnızca Çingiz Han soyundan olanlar girebilirlerdi. Hunlar ile Göktürklerde, hanedan ile boy beyleri, bilgeler ve vassallar da giriyorlardı. Bunlar, yarı yarıya din toplantıları görüntüsü de, veriyordu. Dede Korkut’ta ise beglerin yanında, 366 alp erenler de vardı. Kurultay toyuna ise, bütün halk katılıyordu. Aslında Türklerde, yeme içmesiz bir toplantı düşünülemezdi. Kurultayın bu ana çizgilerini sunduktan sonra, bazı kurultay türlerini sıralayabiliriz. Tabii olarak bu bizim sunduklarımıza, daha birçok kurultay çeşidi katılabilir ve konu daha da genişletilebilir:

1) Savaş Kurultayı; Atilla Hunların da bu kurultay, ya savaş başında veyahut da savaş ortasında, yeni bir taktik uygulamak için, yapılırdı. Ancak şunu unutmamak gereklidir: Savaş kurultayı, at üzerinde yapılırdı. Bu da, bu tür bir kurultayın özelliğidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Mete ile oğullarının devletinde savaş kurultayı, sonbaharda ve eylül ayında yapılırdı. Çünkü bu mevsimde atlar güçlenmiş ve savaşın güçlüklerine karşı hazırlanmış olurlardı. Buna Türkler, her çağda büyük bir önem vermişlerdir. Mete de, Yüeçileri yendiğini Çin İmparatoruna haber verirken, atlarının gücü ile sözünü, sözlerine katıyordu. Hunların eylül ayında Çin’in kuzeyindeki T’ai-lin’de yaptıkları kurultayda, Sayım yapılır ve devletin insan gücü hesaplanır ve hayvan sayısı da tespit edilirdi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu toplantı, şuurlu ve hesaplı bir seferberlikti. Çin akınları ise, bundan sonra başlardı. Hem de harman mevsiminde. Burası, Hunların çok eski bir yurdu idi. Herhalde büyük din törenleri de, bu toplantıda yapılıyordu. Nitekim buraya sonradan gelen Proto-Moğol Sienbiler, göğe kurban verdikten sonra, ormanın çevresini atla üç defa dönüyorlardı. Savaş arasında yapılan toplantıların en tipik olanını, M.Ö. 99’da görüyoruz. Savaşı durduran komutanlar, bir araya gelerek hemen yeni bir taktik seçmişlerdi.5 Göktürklerin tesiri altında kalan, yarı Proto-Moğol Kitanlar, savaşta bir araya gelebilmek için, işaret veriyorlardı.6 Dinamik ve hareketli bir savaş taktiği uygulayan Türklerin, zaman zaman bir araya gelip, taktik değiştirmeleri çok görülürdü. Savaş öncesi yiğitlerin toplanması da, bir çeşit savaş kengesi ve meşveret kurultayı gibidir. Kaşgarlı Mahmud eski bir atasözünü verirken, alplar kamug tirkeşiir, yani alpların hepsi bir araya geliyorlar, çünkü düşmanın postacısı gelmiştir (MK, 3, 65). Tirkeş sözü de, eski Türkçede bir toplantı ve kurultay gibidir. Dede Korkut’ta bunun yerine yığıldı sözü kullanılıyordu. Yine başka, çok eski bir Türk atasözünde, Kalın eren tirkeşür, deniyordu (MK, 1, 148). Yani sayısı pek çok olan erler bir araya geliyorlardı.

Brockelmann, kendi indeksinde, tirkeşme sözünü biraz da haklı olarak, sıraya girme, savaş düzeninde dizilme diye yorumluyor (s. 209). Kuzey Türk mitolojisinde, savaş öncesi toy ve kurultaylarından da, sık sık söz açılır. Toya yığılan alplar sözü, tıpkı Dede Korkut’ta olduğu gibi, Altay masallarında da görülür.7 Ayrıca bu masallarda, kırk yiğitler gibi, toya gelen kırk kişiden de söz açılır.8 Aslında devlet kurmamış ve büyük devlet hayatı yaşamamış olan bu Türklerde, bu gibi inanışlar, herhalde mirasla geliyordu. Büyük alplar, güreş ve yarıştan önce de, bir toy verirlerdi.9 Sözümüzü Dede Korkut’taki, muhteşem bir savaş tanıtması ile bitirelim: Kalkubanı Kazan Han, yerinden turı geldi. Ala dağda çadırın otağın dikti. Üç yüz altmış altı alp erenler, yanında yığınak oldu (DK, (256). Aslında Selçuklular ile Osmanlılar da buna benzer savaş divanlarının sayı ve örnekleri çoğaltılabilir.

2) Göçten önceki kurultaylar: Bilhassa eski Türklerde göç, çok önemli bir olay ve girişimdir. Göç, bütün halkı ilgilendirir. Osmanlılar da dahil, her çağda göçten önce, bir meclis kurulmuştur. Burada yalnızca iki vesika sunacağız Bunlardan birincisi, M.Ö. 43 yılına aittir. “Çin’e sığınmış olan Hunlar güçlenmişlerdi, (Çin elçilerinin) duyduklarına göre Hun hakanı, Hun büyüklerinin büyük bir kısmını toplamış ve onlardan görüşlerini sormuştu. Beylerin çoğu da, kuzeye kendi yurtlarına dönmek istemişlerdi”10 (Bk. Çin. n. 28). Türkler Anadolu’ya geldikten sonra da göçlerden önce danışıp düşünüyorlardı. Bunun için kargaşalığa ve gürültüye meydan vermeden, ilerliyor ve duraklıyorlardı.11

3) Barış için kurultaylar: Türk devletlerinde halk ve beyler, düşman bir devletle hemen bir barış kurmak için hazır değillerdi. Bunun için hakan, gerekli ortamı yaratmak için bazı tedbirler alırdı. Nitekim M.Ö. 68 yılından sonra Hun hakanı, Çin ile barış kurmak için, devletin ileri gelenlerini görüşmeye çağırdı.12 (Bk. Çin. n. 29). Aslında barış Türklerde, bir tören ve toy nedeni olabilirdi. Kişiler arasında da, öyle idi. Yakut Türkleri sulh ve barış için, özel olarak bir hayvan keser ve hayvanın aşıklı iliğini düşmana sunup yedirmekle, barış andı ile törenini tamamlamış olurlardı. Ayrıca Türkler çok önceleri, kız kaçırma yoluyla evlenirlerdi. Bu yüzden de bir çok savaş ve vuruşmalar olurdu. Sonradan kız isteme yoluyla evlenmeler başlayınca, bu tür akitlere, barış dendi ve düğün toyu kazanına da, barış kazanı adı verildi. Bu konular, Prof. A. İnan’ın ant ve evlenmeler hakkındaki araştırmalarında yer almıştır.

4) İsyan ve tabi olma kurultayı: Yukarıda, Hun hakanının sarayında yapılan kurban töreni ile kurultaya, Büyük Hun İmparatorluğu’na bağlı olan bütün vassalların, gelme zorunluluğu üzerinde durmuştuk. Gelmeyen, isyan etmiş sayılırdı. Dede Korkut kitabında da, Bayındır Han’ın toy ve kurultayına gelmeyen Dış Oğuz, düşman olarak kabul edilmişti. Manas destanının bir bölümü Köketey destanında da, Köketey, şöyle diyordu: Aşıma gelmeyeni yağma ederim! Bundan da anlaşılıyor ki, değil kengeş ve meşveret toylarına; ölü aşına bile gelmeyenler, düşman ilan ediliyorlardı. 13 Bu toyda, kafirler ile Müslümanlar, hep birlikte yemek yemiş ve eğlenmişlerdi. Hakandan ayrılıp, başkasına bağlanmak için, beyleri ve halkı razı etmek gerekliydi. Bunun için de, beyler ile halkı toplayıp, onlarla görüşülmeliydi. Bu toplantıların en görkemlisi, M.Ö. 53 yılında oldu. İki kardeş, Cici Han ile Hubanyeh Han, Hun tahtı yüzünden bozuşurlar. Huhanyeh Han yenilir. Bunun üzerine güneye gidip, Çin’e bağlanmak ister. Bunun için de, beyleriyle halkını toplar ve durumu anlatır. Bunun üzerine beylerden biri, Huhanyeh Han’a şöyle der: Bu olamaz! Hunların gelenekleri, cesaret ve güçlülüğü, kök ve temel olarak bir üstünlük ve onur meselesi olarak kabul eder. Başkasına bağlanıp, ona hizmet etmek ise, aşağılıktır!_ Bu güzel konuşmalara rağmen Huhanyeh Han, Çin’e bağlanmaktan başka bir yol göremez.14

5) Elçiler ile ilgili divanlar: Bu toplantılara artık kurultay değil de, divan toplantısı diyebiliriz. Osmanlılarda böyle önemli elçiliklere cevap hazırlamak için, divan toplanırdı. M.Ö. 8’de, önemli bir Çin elçiliği bir mühür dolayısıyla gelince, önce bir beyler divanı toplantısı ve sonra da toy yapılmıştı. M.Ö. 101 yılında ise, Çin elçisi Su Wu intihar edip, ağır yaralanınca, Hun hakanı devletin bütün ileri gelenlerini çağırarak, büyük bir toplantı yapmıştı. Kaynağımız, hakan, bütün beyleri çağırdı diyerek, toplantının önemini belirtiyordu.15 (Bk. Çin. n. 30). Bu da herhalde büyük bir divan toplantısı idi. Çünkü bu kadar az bir zamanda, devletin her yanından büyük beyler gelemezlerdi.

6) Mahkeme ve yargı kurultayları: Anlaşıldığına göre, eski Türk devletlerinde adaleti temsil eden hakandır. Tabii olarak bu hak, beylikten hakanlığa kadar değişirdi. Çingiz Han ile oğullarının saraylarında, Bulgay ve Mönggeser gibi Ulug Yarguçı veya Moğolca, Yeke Yarguçı, yani baş kadıların varlığından da haberimiz vardır. Ancak af hakkı, hakana aitti. Mengü Han’ın tahta çıkması ve hanedanın değişmesiyle cezalar, seçim kurultayının bir sonucu olarak hükme bağlanmış olmalıydı. Nitekim Mengü Han, seçim kurultayına gelmeyenlerden de, hesap sormuştu. Gazan Han, 1303’te Suriye’de başarı kazanamayan generalleri mahkeme için,-belki de normal mahkemelerin yetkileri dışına çıktığından-kurultay toplanmasını emretmiştir.16 Aslında, aksakallılar ile bilgelerden oluşan, bir kabile veya boy şûrası da küçük bir divandır. Açık bir yargı kurultayını, M.Ö. 101’de, Hunlarda görüyoruz. Çin elçileri General Wei Lü’yü öldürmek isterler. Bunun üzerine Hun hakanı çok kızdı ve konuyu konuşmak üzeri, devletin ileri gelenlerini (kuei) çağırdı… Ancak Hun vezirlerinden biri, durumu yatıştırdı.17 Aslında, bu da bir divandır. Çünkü bu kadar az bir zamanda, devletin her yanından büyükler gelemezdi. Ancak Hun seçimlerinden sonra, bazı temizliklere girildiğine göre bu cezalar da, büyük kurultayın bir hükmü, sonucu olarak, düşünülebilirdi.

 

Hakan ve Kurultay

1.Kurultay Divan veya Topun, Devlet Adına Hakanlar Tarafından Toplantıya Çağrılması

Normal olarak kurultayın hakan tarafından toplantıya çağrılması gerekiyordu. Ancak bu bir “Toy” şeklinde olabilirdi. Bununla beraber Göktürkler ile Hunlarda kurultay belirli zamanlarda, aynı zamanda bir din ve kurban töreni gerekçesiyle, örnek olarak Mayıs ayında toplanıyordu. Çingiz Han’ın topluluğunda da, baharda kurbanlı bir toplantı yapılıyordu. Ancak bunun bir devlet bayramı ve kurultayı olması çok şüphelidir. Çünkü Çingiz Han devletine imparatorluk çehresi, ancak Ögedey Han’dan sonra gelebildi. Ögedey Han zamanında şulen yani yiyecek vergisi de yılda bir kez toplanıyor ve fakirlere dağıtılıyordu. Şulen üzerinde az sonra duracağız. Dede Korkut kitabında, Bayındır Han yılda bir kerre toy edüp, Oğuz beglerin konuklar idi. Görülüyor ki, bu devlet “Toy kurultayları” yılın belirli günlerinde oluyordu. Belki de davete gerek yoktu.

a) Okla toylara çağırma geleneği Türklerde çok yaygındır. Türklerde okuma, davet etme ve çağırma demektir. Okucu yani davet için giden hizmetli, Türklerde hem düğünlerde ve hem de devlet kurultayları ile toylarında görülür. Örnek olarak bu, Çingiz Han devletinde çok yaygın bir habercilik sistemidir. Ancak yayın hakimiyet, okun da bağlılık sembolü olduğu uygulamada pek fazla görülemiyor.18 Kuzey Türk destanlarında Kücum Han, okçularım, diye alplarını çağırıp, okçularını ağırlıyor. 19 Buna Dede Korkut’ta da rastlanır. Aslında ok, bir savaş haberi sembolüdür. Aynı zamanda oklar, ok sahibinin damgasını taşıdığı için, bir çeşit itimatname yerine geçmiş olmalıydı.

b) Toy düzenleme de ayrı bir bilgi ve tecrübeyi gerektirir. Toy verdi sözü Türkçede en yaygın olan bir deyimdir. Oğuz Kağan destanında da, Oğuz Han toy verdi (berdi), deniyordu.20 Toy kılmak da, Kuzey Türk destanlarına kadar uzanan bir deyimdir. Manas destanının bir bölümü olan Er Töştük destanında, Er Töştük oğlunun doğumu nedeniyle Toy kıldı ve pek çok halkı (köp curtu, yurdu), çağırdı (şagırdı).21 deniyordu. Görülüyor ki, toyla ilgili deyimler, Manas destanında da pek değişmiyordu. Daha kuzeydeki mitolojik Türk destanlarında, Contai Mergen, halkı yığdı (yuudu), toy kıldı.22 Dede Korkut kitabında da, yığmak, yığılmak, yığnak olmak, toyun toplanması ile ilgili sözlerdi. Begler yığıldı, divana geldi (DK, 298, 12). İç Oğuzun, Taş Oğuzun beglerin üstüne yığnak etgil (14, 6). Oğuz begleri bir bir gelüp, yığnak olmağa başladı. (11, 13). Bu konu üzerine az sonra döneceğiz.

c) Toy idaresi: Kutadgu Bilig ile Çağatay sözlüklerinde mutfak ile ilgili birçok memuriyetler vardır. Ancak toyun başkanı, bilge ve saygı değer bir kişi olmalıydı. Manas destanında bu başkanlığı Manas Han, kendinden yaşlı olan Koşay Han’a veriyor.23 Oğuz Destanındaki Irkıl Koca’nın da, belki böyle bir toy başkanlığı düşünülebilirdi. Çingiz Han devletinin geleneğini taşıyan Türklerde ise, yasavul ve bekavul gibi memurlar, toylardaki düzenleri kurarlardı. Osmanlılarda, yasavul, belki bu gelenekten dolayı, düğünlerde çocukları kovan ve düzeni sağlayan kişilere denmiştir. Toy yasamak yani toy düzenlemek deyimi de Çingiz Han geleneğinden gelirdi. Toy yasadı ve toy içtiler gibi deyimler ise, daha çok kuzey Türk destanlarında görülüyordu.24 Toy yasamak, toyu donatmak ve idare etmek, demektir.25 Kuzey Türk kesimlerinde bu toylar, yalnızca boy idaresi düzeyinde kalıyordu.

 

2.Kurultay veya Divanın, Bir Danışma Meclisi Özelliğini Göstermesi

Çingiz devletinde bile kurultay, bir boy konseyi veyahut da aile konseyi gibiydi. Dede Korkut’ta ise, bu bir beyler konseyi gibi, görünmektedir. Üyeleri ancak beyler, ünlü savaşçılar ve alplardır. Elbette ki eski çağlarda, tam bir parlamento veya diete meclisi düşünülemezdi. Ancak Mete’nin hayatı ile ilgili Çince metinlerde ise, Mete her konuda danışma için, devletin ileri gelenlerini çağırıyor ve onlara soruyordu. Mete’nin danışma meclisi ile ilgili vesikayı yukarıda sunduğumuzdan, burada konuya yeniden dönmeyeceğiz. Mete vezirlerini danışmaya çıkarıp, onlara sordu. Bazen, hepsi birden olamaz diyorlar; bazen de, bazıları evet, diyorlar. Bazen de, Mete sağındaki solundakilere sordu, deniyordu. Tabii olarak en sonunda, Mete’nin dediği oluyordu. Ancak her durumda, danışma meclisine bir defa olsun, danışma gereği duyuluyordu. (Bk. Çin. n. 31). M. Ö. 68 yılında Hun hakanı, Çinle barış kurma amacıyla, plan yapıp, düşünmek için, devletin ileri gelenlerini çağırdı. (Bk. Çin. n. 32). Burada, soylu, kişiler, Çince “kuei-jen” sözü geçmektedir. Ancak bu söz devletin ileri gelenleri, saygıdeğer kişiler manasına da gelir.

Mete’nin divanı da diyebiliriz bu meclise. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hunlarda kurultay, yarı din gösterisi halinde yapılıyordu. Devlet daha çok askeri bir idare şeklinde kurulmuştu. Bu nedenle büyük memur veya komutanlar, kendi bölgelerinde ve çok uzaklarda idiler. M. Ö. 60 yılındaki Hunların kurultayında, Ho-su adlı bir Hun prensi, Hun hakanının hasta olduğunu duyunca, (seçim hakkına sahip) prenslerin kurultaydan uzaklaşmamaları için bir emir çıkardı. Bu prensin unvanı, o kadar yüksek değildi. Anlaşıldığına göre bu, kurultayın idaresine memur bir Hun prensiydi. Ayrıca saray içinde de, yazışmalar ile hukuk işlerine bakan, vezirler vardı. Bunların arasında, Çinliler de bulunuyordu. Chung Hang-yüeh ve Wei lüeh, bunların en ünlüleridir.

 

3.Dede Korkut Kitabında, Hanlar Hanı Bayındır Han’ın Divanı

Üzerinde durulacak diğer bir nokta da, divan sözünün, Kutadgu Bilig ile Kaşgarlı Mahmud’da ve daha önceleri Türkçede görülmemesidir. Dede Korkut’ta yalnızca Hanlar Han’ı Bayındır Han’ın divanından söz açılmaktadır. “Divan” sözü bizce burada, “Bayındır Han’ın huzuru” anlamında kullanılmış olmalıydı. Yoksa Dede Korkut’ta, bir divan-ı hümâyûn (a council of state) düşünebilmek çok zordur. Çünkü Dede Korkut’ta ne yazıcı, ne yargıcı ve ne de defterdar’dan söz açılmaktadır. Herkesin kendisinden korkup titrediği, Deli Karçar Bayındır Han’ın divanına geldi, dizin çökdi,_ Devletli hanın ömrü uzun olsun, dedi (Dk, 93, 1). Bir diğeri de hana, Sultanım, der. Burada hanın otağı ve bir taht yeri söz konusudur. Han’ın divanı boş durmaz, boy veya devlet işleri görülürdü. Kötü haberlerde, bazen işler de dururdu. Gümbür gümbür davullar döğülmedi, ağır ulu divanın sürilmedi (DK, 146, 4). Buradaki sürülmedi sözüyle, “divan toplanmadı, işler görülmedi”, denmek isteniyordu. Ancak uzaktan gelen Oğuz beylerinin divanda toplanması, küçük bir kurultay özü gösteriyordu: Han Bayındır yerinden turmuş idi, ağban evin yerin üzerine diktürmiş idi İç Oğuz, Taş Oğuz begleri yığınak olmuş idi. (DK, 253, 8). Ancak, deyim ve terminoloji karışıklığı, Dede Korkut’ta da görülüyordu. Kazan’ın otağı da, divan diye adlandırılıyordu: Akındılı görklü suyu delip geçin. Kazan’ın divanına çarpıp (koşarak, sür’atle) varın (DK, 298, 5). Ancak Hanlar Hanı Bayındır Han’ın divanı, ağır ve ulu bir divandı.

 

4.Altın Otağ: Kurultay, Toy ve Divan Toplantılarında, Hakanlık ve Devlet Sembolü

Bu konuya da en iyisi, Oğuzlar ile Oğuz destanından başlayıp, gerilere doğru

Total
0
Shares
Bir cevap yazın
Önceki
Eski Elam – Haltamti

Eski Elam – Haltamti

Türk dili, sayın dili olduğundan, koskoca tarihi de kendinde saklamakta,

Sonraki
Kazım Mirşan Kitapları

Kazım Mirşan Kitapları

Kazım Mirşan, beğenenleri, takdir edenleri ve saygı duyanları olduğu kadar,

İlginizi çekebilir