Hakanların “Otağ” ve “Bayrak”, birbirinden ayrılmayan deyimlerdi: “Otağ” sözünün kökleri, henüz daha karanlıktır. Esasen Göktürk ve Uygur çağında, henüz daha otağ sözünü göremiyoruz. Fakat bu deyimin, biz Anadolu Türklerince iyi anlaşılması sebebi ile, “Hakanların Çadırı” için eserimizde, otağ sözünü kullanmağı daha uygun bulduk. Çinliler, Tuk Hakanlarının saltanat çadırlarına, “Ta” derlerdi. Aslında ise, “Ta” sözünün, Çincede de bir anlamı yoktu, öyle anlaşılıyor ki bu deyim, Çinlilere dışarıdan gelmiş ve Çinliler de bunun, manasım anlamadan kullanmışlardı. Çinliler “Ta” sözünü, bir yandan Türk hakanlarının çadırları için söylerler iken; diğer yandan da, Türk hükümdar bayraklarım ifade etmek için kullanırlardı. Çin tarihlerini iyi okuyanlar, Türklerde “bayraksız otağ, otağsız da bayrak olmadığını”, kolaylıkla anlarlar. Uygur çağında Çinliler, Türk Hakanlarının çadırları hakkındaki anlayışlarım, biraz daha açığa vurmuşlardı. Artık bu çağda Hakan çadırlarına, Ta çadırı”, yani “Bayraklı çadır”lar denmeğe başlanmıştı. Öyle anlaşılıyor ki bu otağlar, aynı zamanda, “Bayraklı Karargah”lar idiler.
Savaştan Önce, “Otağ” ve ‘Tuğ”lar dikilir ve davullar vurulurdu: İki ordu karşılaşınca, eski Türklerin ilk yaptıkları iş, “Hanlık Otağı”nı kurmaları olurdu. Çinlilerin “Ta” dedikleri kağan veya komutan çadırları, Türk ordularının en önemli savaş sembolleri idiler. XL yüzyıldan sonraki Türk kaynakları, bu büyük Hakan çadırlarına, “Kurvt kuvaç” adım verirlerdi. Bu deyimin, Hakan çadırlarının yuvarlak ve kubbeli oluşları ile bir ilgisi olmalı idi. Hakan çadırı kurulduktan sonra, tuğlar v bayraklar dikilir ve davullar çalınırdı. Bunlardan başka, Hakanın çadırından verilen, savaşla Ugili diğer alamet ye dikkat işaretleri de vardı. Yalnız Hakanların değil, ordu komutanlarının ve eski Göktürk Şad’larının da böyle çadırları bulunurdu. Çok eski bir Türk şiiri, böyle bir savaşı, şöyle anlatıyordu:
“Hanlık çadırı kuruldu, önüne tuğlar dikildi!
“Savaş davulu vuruldu, düşman ot gibi biçildi!
“Nereye kaçmak istesen, yine gelir tutarlarl”
Türk Hakanlarının otağları kubbeli olur ve göğün de, yerdeki bir sembolü gibi sayılırdı: Çinliler, Hun, Göktürk ve Uygurların Hakan çadırlarına, “King-lu” adım verirlerdi. Bu Çince deyimin de, Çincedeki anlamı pek açık değildir. Çinliler Türk çadırlarının, özellikle kubbelerine önem veriyorlardı. Bu deyim, Çin edebiyatı efsanelerinde, önemli bir yer tutmuştu. Çinliler sonradan mezarları da, gök kubbesine benzetmiş ve onlara da, “kiung-lu” demişlerdi. Eski Türklere göre, “Gök kubbesi devletin, çadır ise aileni n”, birer örtüsü ve kubbesi gibi düşünülürdü. “Oök altında devlet, çadır kubbesi altında ise aile düzeni” yer ah yordu. Bu sebeple eski Türklerde, “Devlet düzeni” ile “Aile düzeni” arasında da bir benzerlik doğmuştu. Onlara göre, çadırın direği de nihayet, “göğün bir direği” gibi idi. Çadırın bacası ise, gökten Tanrı’ya açılan, bir “gök kapısı” na benzetiliyordu. Türklere göre, gökten Tanrı’ya açılan kapı, ancak Kutup yıldızı olabilirdi. Bu sebeple de Kutup Yıldızına, “Demir Kazık” demişlerdi.
Hakan otağlarını, maiyet çadırları, değişmez «e belirli bir düzenle çevirirlerdi: Eski “Türk Töresi” ne göre herkes, çadırlarını istedikleri yere kuramazlardı. Ailelerde, boylarda ve devlette» herkesin çadırını nereye kuracağı, yüzyılların meydana getirdiği inançlarla bir alışkanlık haline gelmişti. Türkler, bu “oturma ve yerleşme düzeni” ne, “Orun” sistemi derlerdi. Bu düzen, hem sulh ve hem de savaş zamanında, değişmeden devam ederdi. Zaten eski Türklerde, toplumun sulh ve savaş düzeninde, pek büyük ayrılıklar da yoktu. Kuzey Türklerinde, mesela Kırgızlar ‘da, Hakanın cadın bir çitle çevrilir ve devletin ileri gelenlerinin çadırları da, bu çitin dışında yer alırlardı. Orta Asya Türk devletlerinde ve Oğuzlarla Uy-gurlarda ise, bir “Kamp düzeni” vardı. Toplumdaki derecelerine göre dizilen çadırlar, halka halka, dışa doğru açılıyorlardı. Bu sebeple, Oğuzların dışında bazı Türkler, bu düzene “Ordu kuv-rağ diyorlardı. “Kuvrak” eski Türkçede, “toplanma, yan yana gelme, derecelere göre sıralanma”, anlamına gelirdi. “Kurultay” sözü de, köklerini bu söz ve anlamdan almıştı. Yine bazı Türkler hakan çadırına, “Han Tozu” da derlerdi. Bu deyimde tek çadırlarla değil; “çadırlar düzeni” ile ilgili olsa gerekti.
Otağların “renklerine göre**, herkesin devlet içindeki dereceleri betti olurdu: Göktürk ve Uygur Kağanlarının çadırlarından söz açıldıkça, bunlar için, “Altın Otağ” deyimi kullanılırdı. “Altın” veya “Altınlı Çadırlar”, Göktürk ve Uygur çağının bir özelliği idi. Bu çadırın içinde oturan Türk Kağanı da, kırmızı elbiseler giyinirdi. Türk ananelerinin tesirleri altında kalan, “Altın Ordu” hanlarının çadırları da, altınlı idi. Fakat üçüncü Moğol Hanı Küyük’ün çadırı ise, sarı renkte idi. Bu sebeple “Şıra-Orda”, Moğollarca büyük bir önem taşıyordu. Sarı renk, daha çok Çin imparatorunun özel ve belirli rengi idi. Bu sebeple renk konusunda Çin tesirlerini de gözden uzak tutmamak lazımdır. Harem çadırları ise, Cengiz Han çağında beyaz renkte olurlardı.