- Bu konu 0 yanıt içerir, 1 izleyen vardır ve en son 8 yıl 5 ay önce
Ittihad_ve_Terakki tarafından güncellenmiştir.
-
YazarYazılar
-
3 Haziran 2017: 23:27 #22269
Ittihad_ve_Terakki
KatılımcıYapılan arkeolojik keşifler, gün yüzüne çıkarılan eserler, Çinlilerin ve bizim yazılı kaynaklarımzla kaynaklanan tarihe göre en az 5000 yıl; yaşadığımız coğrafyalar, uygarlığımızın, töremizin ve kültürümüzün ulaştığı seviye, dilimizin yapısı ve gelişmişliği ve benzeri tahminlere dayanılarak tarihçilerin yaptığı tahminlere göre 10000 ila 12000 yıl civarında bir geçmişe sahip olan Türk Irkı, büyük olasılıkla tarihte ırk bilincine ulaşmış ilk toplumdur.
Her ne kadar Tomris gibi örnekler verilerek öncelerden anaerkil bir toplum olduğumuzu iddia eden tarihçiler olsa da, tarihimizin bütününde ataerkil bir toplumuz. Günümüzde bile böyledir. Ama kadına en çok değer veren millet de yine Türk Milleti olmuştur. Tarihte eşlerini yanına oturtan, sefere gittiklerinde eşlerine vekalet veren Türk Kağanlarının sayısı çoktur. Modern dünyada bile kadınlara ilk siyasal ve sosyal hakların verildiği ülke Türkiye’dir.
Dilimiz, Ural – Altay dil ailesinin Altay kolunda mensuptur. Töremiz sert ama adildir. Yiğitliği, mertliği, namusu, vatanseverlik ve milliyetçilik gibi yüksek özellikleri ön plana çıkarır. Günümüzde uygulanan kanunların bile çok çok fevkinde ve onlardan çok daha insalcıldır.
Türkler tarihin hemen hemen her döneminde tek Tanrı inancını benimsemiştir. İstisna olarak ise Uygur Türkleri Maniheizm’i din olarak seçmiştir. 8. YY ortalarında Talas Savaşı’yla birlikte Karlık Türkleri İslamiyet’le tanışır. Karluk Türkleriyle başlayan İslam’a geçiş 12. YY. a kadar devam eder ve günümüzde Türklerin çok küçük bir azınlığı dışında hepsi Müslümandır.
Göçebe yaşam, doğal felaketler (özellikle soğuk ve kuraklık), hastalıklar, istilalar, diğer ırkların saldırıları, kendi yaptığımız seferler, ve diğer bütün güçlüklerin üstüne İslamiyet’i kabulümüzle beraber gelen İla’yı Kelimetullah ve Nizam-ı Alem davasının sancaktarlığını yapan Türk Irkı, bu kadar felaketin, bunca zorluğun, bunca dayanılmaz acının karşısında bir ve beraber olup karşı koymasının iki büyük nedeni vardır:
- İnanç
- Milliyetçilik
Hatta inanç kısmı da İslamiyetten sonra itici bir güç olarak hayatımıza girdiğine göre Türklerin bunca yıldır varolabilmesinde ve ayakta durabilmesinde en büyük etken Milliyetçiliktir.
Türklerin ne kadar eski tarihlerde ırk bilince sahip olduğunu düşündüğümüzde; bilinen kaynakları, kendi töremizi incelediğimizde, her şeyden önce kendi yaşam biçimimize baktığımızda, Türk Irkı’nın ırka ve soya ne kadar önem verdiğini görürüz. “Uruğsuz kişi aruğsuz olur.” , “Kurt yavrusu kurt olur.”“Suyu çaydan, kızı soydan al.” ve birçok daha atasözleri buna basit birer örnektir. Diğer ırklardan kimselerden kız alınması veya onlara kız verilmesi hoş karşılanmaz. Kız alınıp verilirken de gelinin veya damadın soyuna sopuna mutlaka bakılır. Hatta çok daha sığ ve cahilce bir ifadeyle “Neden biz yabancı dil konuşmak zorunda kalıyoruz? Onlar neden Türkçe öğrenmiyor?” gibi ifadeler dahi bizlere yabancı değildir. Bu ve buna benzer hemen akla gelen ve günlük yaşantımızın büyük bölümünü etkileyen bu tarz şeyler her Türk’ün bilerek veya bilmeyerek fiilen Milliyetçi olduğuna ve kana, genlere, ırka ve soya önem verdiğini gösterir.-Her ne kadar siyasal İslamcı kesim ve komünistler inkar etse bile- Bu Milliyetçilik bizim yıllar boyunca bir millet olarak ayakta kalmamızı, mili bilincimizi ve örf-ananelerimizi yaşatmamızı sağlamıştır. Milliyetçilik bizim kanımızın, genlerimizin, örf ve adetlerimizin diğer ırklara nazaran çok daha saf kalmasında en önemli etkendir. En sıkı zamanlarda birbirimize tutunup başka yönlere savrulmamızı önlemiş, bir ve beraber olarak kardeşlik içinde yaşamamızı sağlamıştır. En sert koşullarda dahi başbuğlarımıza koşulsuz itaat etmeyi, ırkımıza karşı yapılan saldırılara karşı en sert biçimde mücadele etmeyi, zulme ve haksızlığa baş kaldıran dik duruşumuzu bize şeref olarak kabul ettiren en önemli kaynak Milliyetçiliğimizdir. Bu sebeplerden ötürü Türk Milliyetçiliği bizzat Türk Milletinin var oluşundan itibaren süregelmiştir ve kanının, ırkının ve tarihinin gerçekten farkında olan bir Türk, istese de istemese de az veya çok Milliyetçidir. Çünkü bizzat bugünkü varlığını buna borçludur. (Millet ve Milliyetçiliği kabul etmeyen atası karışıkları dışarıda tutuyoruz.) Bu yüzden Türk Milliyetçiliği fikrinin Fransız İhtilali’yle başladığını kabul etmek doğru olmaz. Sistematiğe dökülmesini 19. YY’da olası Türk Milliyetçiliğinin daha önceden var olmadığı anlamına gelmez. Orhun Kitabelerindeki Bilge Kağan Kitabesi’nde geçen “Bunca yerlere Türk adını, Türk şanını yaydım.” , “Üstte mavi gök delinmedikçe; altta yağız yer yarılmadıkça ey Türk, senin ilini (devletini) ve töreni kim bozabilirdi? Ey Türk budun! Titre ve kendine dön!” gibi ifadeler Türk Irkı’na Milliyetçiliğin atalar mirası olduğuna kanıttır.”Tanrı onlara Türk adını verdi ve dünyaya hakim kıldı.” Sözünün sahibi olan Kaşgarlı Mahmud’un Araplara Türkçe’nin daha üstün olduğunu göstermek için yazdığı Divan’ı Lügat-it Türk eseri Milliyetçilik bilinciyle ta 11. YY da yazılmıştır. 12. YY da Türk büyüklerinin şecerelerinin yer aldığı Fahreddin Mübarekşah’ın eseri olan Şecere-i Ensab’ta yazar “Türk, sedef içinde deryada bulunan bir incidir.” İfadesi kitabın Milliyetçi duygularla yazıldığının göstergesidir. Daha sonra aynı şuuru Hindistan’da bir Türk İmparatorluğu kurmuş olan Babür’ün Hatıraları’nda, Çağatay döneminde Hüseyin Baykara ve Nevâî’nin eserlerinde görmekteyiz. Hatta Nevâî, Farsça ve Türkçenin mukayese edildiği Muhakemetü’l- Lügateyn adlı bir eser de yazarak, bu eserinde “Türkler Sartlardan daha keskin zekâlı, daha üstün anlayışlı, daha pak ve daha saf yaratılışlıdır. Türklerin küçükleri, beyleri kölelerine kadar Farsçayı öğrenmelerine rağmen, Sartlar, Türkçeyi öğrenememişlerdir.Türkçede incelikler, derinlikler yükseklikler çoktur. Bugüne kadar hiç kimse bunları inceleyerek meydana çıkaramadığı için gizli kalmışlardır. Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiir yazmaya özenirler. Ana dilin üzerinde düşünmeye koyuldum. Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü” gibi ifadelerle Türklerin ve Türk dilinin yüceliğini belirtmiştir. Özbek hanlarından Yadigar Han’ın torunu Hive Hanı Ebü’l-Gazi Bahadır Han, milletin tarihi ile şuurlu bir övünç duymuş, Tanrı tarafından Türk olarak yaratılmayı bir şeref bilerek 17.yy.’da Şecere-i Terâkime ve Şecere-i Türkî adlı eserlerini vermiştir.
Yani kısacası, Türk Miliiyetçiliği bazı kesimler tarafından iddia edildiği gibi Fransız İhtilaliyle birlikte gelişmemiştir. Diğer ırkların milliyetçilik bilincine ulaşmaları sebebiyle Türkler milliyetçiliğin gerekli oluğunun farkına varmıştır, hepsi budur.
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.