- Bu konu 0 yanıt içerir, 1 izleyen vardır ve en son 8 yıl 9 ay önce
Türkmenoğlu tarafından güncellenmiştir.
-
YazarYazılar
-
21 Ocak 2017: 22:06 #22456
TürkmenoğluAnahtar yöneticiYıl 1914. Doğu vilayetlerimize Rusların girmesi üzerine ayrılıkçı Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşları, bu fırsattan faydalanmak için örgütlenerek önce otonomi elde etmek, bilahare de devlet kurmayı hedeflerler. Tıpkı günümüzdeki ayrılıkçı hareket gibi metot takip ederek, bir yığın masum insanın, çoluk çocuk demeden, katline kadar varan eylemlere girişirler. İşin vahametini anlayan merkezi hükûmet, Talat Paşa’nın bizzat emriyle bölgeye üç müfettiş gönderir.
Müfettişler aldıkları emir üzerine bölgeye intikal ederek her gün heyetler hâlinde kanaat önderleriyle sabahlara kadar işin vahametini tartışırlar.
Yine bir akşam geç vakitlere kadar çok sert tartışmaların olduğu bir ortamda ayrılıkçıların radikal milliyetçi söylemleri müfettişleri bunaltır. Olayları yatıştırmak ve varsa masum isteklerine çözüm bulmayı merkezi hükûmete iletmeyi amaçlayan müfettişlerden birinin, uzun zamandır konuşmalara şahit olan, ama söz alıp da tek bir kelime fikir beyan etmeyen olgun yaşta bir adam dikkatini çeker. Müfettiş merakla:
– Amca sen hiç konuşmadın; burada bulunduğuna göre mutlaka kanaat önderi, sevilen, sayılan ve itibar gören biri olmalısın. Lütfen kendini tanıt ve tartışmaya sen de katıl, der.
Bunun üzerine yaşlı amca:
– Müfettiş Bey oğlum, evet dediğin gibi uzun zamandır sizleri dinliyorum. Benim adım İbrahim. Türk oğlu Türk’üm. Şu mecliste sizi bilmiyorum, ama Türk olan yalnız ben varım herhâlde. Şahsen bu konuşulanlar benim kanıma dokundu. Ama yıllar var ki beraber yaşadığımız bu insanlara ne oldu da birdenbire değiştiler, anlamıyorum. Bana biraz müsaade ederseniz, size bir hikaye anlatmak istiyorum, deyince herkes arkasına yaslanarak İbrahim Efendiyi dinlemeye başlar.
İbrahim Efendi:
– Burası Erzurum’dur. Yakın döneme kadar Erzurum esnafı ticaretini Trabzon’la yapardı. Bunun için en iyi vasıta deve ve eşekten oluşan yük hayvanlarıydı. Erzurum-Trabzon arası çok uzak olduğu için esnaflar ürettikleri malı sonbaharda hayvanlara yükleyerek dağa taşa kar düşmeden Trabzon’a intikal ederdi. Ellerindeki ürünleri paraya çevirmek için bir kış dönemine ihtiyaç duyulur, tekrar Erzurum’a ilkbaharda dönerlerdi. Bu arada yolda kendileri veya hayvanları kaza ve benzeri şekilde hizmet dışı kalırsa, yol üzerindeki hanlarda ilkbahara kadar mecburi dinlenir ya da yol yakınsa geri dönerlerdi. Hayvanlarını ise seyipler, yani bulundukları yere gelişigüzel bırakırlardı.
Bir yıl işte böyle bir ticari yolculukta, değil yüklerini kendilerini bile zor taşıyabilecek takati olmayan bir deve ve eşeği azat ederler. Kendilerine gelirse gelir, yoksa büyük ihtimalle kurda kuşa yem olur niyetiyle gözden çıkarırlar.
Kervanın Trabzon’a hareketi ile dönüşü arasında aylar geçtiği için bizim azat edilen deve ile eşek bu zaman zarfında iyice semirir ve eskisinden çok daha güçlenirler. İlkbaharda kervan aynı yol üzerinden Erzurum’a dönüş yaparken bir koyakta otlayan deve ile eşek, sahiplerini ve diğer hemcinslerini görür. Hemcinslerinin yük altında zorlanarak yol aldıklarını hesaba katmayan eşek:
– Deve kardeş anırasım geldi, der.
Devenin:-Yapma eşek kardeş, bak ne güzel özgürce günümüzü gün ediyoruz. Bu hayat bizim için bir nimet. Şimdi sen anırırsan bizi azat eden sahibimiz görür ve iyileştiğimiz için tekrar yük altına alır. Yapma, etme; yalvarıyorum sana…Gibi bin bir dil dökerek eşeğin anırmasını engellemeye çalışır. Ama eşek bu; illa eşeklik yapacak ya, ‘Anıracağımda anıracağım!’ der ve anırır.
Deve ve eşek fark edildiği için kervan durur ve her ikisi de tekrar yük altına alınırlar. Bir müddet böyle yol alınır, derken yolda eşeğin ayağı taş arasına sıkıştığı için kırılır. Bırakın yükü, kendini taşıyacak mecali dahi olmadığı hâlde, sahibinin gözüne güzel göründüğü için azat edilmeye kıyılmaz. Yükü devenin yüküne, kendisi de yüklerin üstüne konur. Deve kendi yükü yetmiyormuş gibi bir de eşeği yükleriyle beraber taşımak zorunda kalır. Ta ki alt tarafı uçurum olan Zigana Dağlarında bir bölgeye gelene kadar. Deve çok büyük sıkıntı yaşar. İşte tam oraya gelince deve:
– Eşek kardeş oynayasım geldi, der.
Eşek bir bakar ki alt taraf uçurum. Bu sefer de bin bir dil dökme sırası eşekte… Deveyi bu eyleminden vazgeçirmek istese de, deve; ‘Oynayacağım da oynayacağım.’ der. Ve başlar oynamaya… Deve olayı ucuz atlatır, ama eşek uçurumun dibine çok parçalı hâlde düşer.
Müfettiş heyeti ve Ermeni liderleri, İbrahim Efendi’nin son sözünü söylemeden meramını iyice anlamış olurlar; ama İbrahim Efendi müfettişlere dönerek:
– Bu arkadaşlara tavsiyem, deveyi oynatmasınlar, der.”

-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.