İnsan ve toplum hayatını etkileyen unsurlar arasında inançlar önemli bir yer tutar. Kişiliğin oluşmasında, aile bireyleri arasındaki bağların sağlam bir yapıya oturmasında, toplum üyeleri ile olan ilişkilerin düzenlenmesinde, gelişmesinde ve yürütülmesinde inançların rolü büyüktür[1].
Biz bu makalemizde, evrensel bir ibadet olan kurbanın Türk mitolojisindeki yerini tespit ederek bu ibadetin, günümüze nasıl yansıdığını ortaya koymaya çalışacağız.
Kurban konusuna geçmeden önce mitoloji nedir sorusuna cevap aramamız gerekir.
Mit, ilkel toplumlarda olay, fable, fiction karşılığı olarak kullanılmaktadır. Mit’in asıl manası “gerçek hikâye” ve bunun da ötesinde sahip olunan kutsal, çok değerli ve manalı şeylerdir. Bugün bu kelime: fiction, hayal, tasavvur, illüzyon, gerçeğin bozulması anlamlarına gelmektedir. Etnolog, sosyolog, tarihçi ve din adamlarına göre ise, “kutsal gelenekler, ilkel inanışlar, örnek modeller” anlamını taşır. Mitoloji ise Mit bilimi demektir[2].
Zengin bir mitolojiye sahip olan milletlerin destanları da zengindir. Bugün Türk dünyasında sözlü gelenekte hala yaşayan Oğuz Kağan, Dede Korkut, Manas, Köroğlu Destanları incelenince Türklerin ne kadar zengin bir mitoloji kaynağına sahip oldukları kolaylıkla görülür. Mitler destanların içinde yaşamalarına devam ettikleri gibi zamanla bazı vasıflarını kaybederek masala ve efsaneye de dönüşürler[3].
Prof. Dr. Bilge Seyidoğlu, Mit’lerin özelliklerini şöyle sıralamaktadır: “Mit kutsal bir hikayeyi ihtiva eder. İlkel zamanlarda meydana gelmiş bir olayı anlatır. Mit de her zaman bir yaratma söz konusudur. Bazı şeylerin nasıl meydana geldiğini ve oluştuğunu ele alır. Gerçekte olan şeyleri anlatır. Mitlerdeki karakterler olağanüstü varlıklardır. Onların ne yaptıkları çok eski zamanlarda ‘Başlangıç’ zamanında biliniyordu. Mitler bu kahramanların yaratıcılıklarını gösterir. Onların kutsal ve olağanüstü oluşlarını açıklar. Kısaca mitler, çeşitli kutsal, olağanüstü değerleri açıklarlar. Bunlar bütün dünyayı kuran ve bugüne kadar getiren gerçek değerlerdir[4].”
Kurban, çeşitli sözlüklerde şöyle tarif edilmiştir. Türk Dili’nin en eski ve değerli sözlüklerinden Divânü Lûgati’t-Türk’te (Besim Atalay Ter. C.III, s.10) kurban karşılığı olarak “yağış” kelimesi geçmektedir. “Yağış, İslam’dan evvel Türklerin adak için, yahut Tanrılara yakınlık elde etmek için putlara kestikleri kurban” olarak anlamlandırılmıştır. Yine aynı eserde (Besim Atalay Ter. C.I. s.65) ıdhuk/ıduk kelimesi geçmektedir. “Idhuk: Kutlu ve mübarek olan her nesne. Bırakılan her hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırkılmaz; sahibinin yaptığı bir adak için saklanır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Ahmet Bican Ercilasun’un başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; (Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, s.516-517) de kurban sözcüğü ufak ses değişiklikleriyle; gurban, korban, kurban (dık), kurmandık, kurbanlik şeklinde geçmektedir.
Kamus-ı Türki’de şöyle bir tarif yer almaktadır: “Fî-sebili’llah kesilen ve Cenab-ı Hakk’a vesile-i takarrüb addolunan koyun vesair eti yenir hayvan”.
Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’te: “Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olan şey. 2. eti fıkaraya parasız olarak dağıtılmak niyetiyle kesilen (koyun, keçi, sığır, deve… gibi) hayvan. 3. bir gaye uğruna feda olma.” şeklinde tarif etmiştir.
Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe Sözlükte: ”
1.Dinin bir buyruğunu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan.
2. Müslümanlarda kurban bayramı.
3.mec. Bir ülkü uğrunda feda edilen veya kendini feda eden kimse.
4.mec.Bir kazada veya felakette ölen kimse.
5. ünl.hlk. Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır.
Yukarıdaki tanımlardan anlaşılacağı üzere kurban, insanın Allah’a yakınlık elde etmek için adadığı candır. İleride görüleceği üzere ilkel dinlerde kurbanla birlikte Tanrılara sunulan hediyeler de kurban kapsamına girmektedir.
a. Kurban’ın Tarihçesi
Kurban kesme eylemi, İslam Dini’nin doğuşundan çok önceki çağlara kadar uzanır. Çok eski tabiat dinleri ile Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani dinlerinde yılın belli aylarında dinî törenlerle kurban sunma, bayram yapma geleneği vardır[5]. Ancak insanlık tarihinde en fazla şöhret bulan kurban olayı Hz. İbrahim’inkidir. Ünlü dinler tarihçisi Mircea Elida bu olay üzerinde şöyle bir yorum yapmaktadır:” Morfolojik açıdan bakıldığında İbrahim’in oğlunu kurban edişi Eski-Doğu dünyasında sıkça uygulanan ve İbranilerin Peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi pratiğinden başka bir şey değildir. İlk çocuk, çoğunlukla bir Tanrı’nın çocuğu olarak görülürdü… Bu ilk çocuğun kurban edilmesi, Tanrı’ya ait olanın geri verilmesi demekti… Bir anlamda İshak[5.1], Tanrı’nın oğluydu, zira Sara doğurganlık çağını geçtikten çok sonra İbrahim ve Sara’ya verilmişti. Ama İshak inançları yoluyla verilmişti onlara; vaat ve inancın çocuğuydu. İbrahim tarafından kurban edilişi, biçim olarak Eski-Sami dünyasında yeni doğmuş bebeklerin kurban edilişine benzese de içerik bakımından bunlardan farklıdır. Eski-Sami dünyasının tümünde böyle bir kurban, dinsel işlevine rağmen sadece bir anane, anlamı tümüyle kavranabilir bir ayinken İbrahim’in durumunda bir inanç eylemidir. Bu kurbanın neden istendiğini anlamaz; yine de bunu yerine getirir, çünkü tanrı böyle istemiştir. Görünürde saçma olan bu eylemle İbrahim yeni bir dinsel deneyimi, imanı başlatmaktadır[6]”.
Mitolojik dönemdeki kurban eylemini M. Eliade şöyle açıklar: “Mitolojik dönemdeki inşa ayinlerinin altında yatan teori şuna denk gelmektedir; “Canlandırılmadığı”, bir kurban verilerek ona “can” bahşedilmediği takdirde hiç bir şey süremez; inşa ayininin prototipi dünyanın kuruluşu sırasında gerçekleşen kurban kesme eylemidir. Öyle ki, kimi arkaik kozmogonilerde dünya, kaosu simgeleyen bir ilk canavarın (Tiamat) veya bir kozmik devin (Ymir, Pan-Ku, Puruşa) kurban edilmesiyle varoluş kazanmıştır[7]”.
Anlaşılacağı üzere ilkel zamanlarda kurban edilen nesne veya şey bizzat İlahın kendisi olarak tasavvur edilmiştir. Kısaca insanlık tarihinin tecrübe ettiği bütün dinlerde amaç, şekil ve içerik yönünden bazı farklılıklarla da olsa kurban ibadetine rastlamaktayız.
İlkel dinlerdeki kurban ibadetlerine geçmeden önce, kurban çeşitleri üzerinde durmak faydalı olacaktır. Kurban /kurbanlıklar genellikle kanlı (canlı) ve kansız (cansız) olmak üzere iki türlüdür.
Kansız kurbanlar insan, hayvan ve balıklar gibi canlı varlıkların dışında Tanrılara sunulan diğer hediyeleri kapsar. Bu hediyeler insanların sahip oldukları ve üretebildikleri her türlü gıda maddesi nevinden şeylerdir.
Kansız kurbanların değişik bir türü de ıdık/uduk (salıverilmiş, gönderilmiş) diye bilinen ve Tanrı için başıboş salıverilen hayvanlardır. Bunun bir örneğini Yakut Türklerinde görebiliyoruz: “Yakutlar’da Göktürklerde olduğu gibi tek bir yaratıcı yoktur[7.1]. Beyaz Yaratıcı (Ayıg Tangara) olarak kabul ettikleri Tanrı’yı insanlara can (kut) veren ve kainatı yaratan olarak görürlerdi. Bu Beyaz Yaratıcıyı diğer iyi ruhlardan ayrı tutarlar ve ona canlı kurban verirlerdi. Canlı kurban, hayvanları başıboş bırakmaktır. Bunlara ıdık/ıduk (salıverilmiş/gönderilmiş) denirdi. Kurban olarak başıboş bırakılan hayvanlardan istifade edilmezdi. Ne eti yenir, ne sütü sağılır ne de yük hayvanı olarak kullanılırdı. Eski zamanlarda Yakutlar at sürülerini doğu bölgelerine, Büyük Yaratıcıya kurban olsun diye sürerlerdi[8].
Gagauzların kurban ibadeti içinde en dikkate değeri “Allahlık” adını verdikleri kurbandır. Iduk kelimesi ile aynı anlama gelen Allahlık; mal mülk sahibi bir çiftçinin en güzel boğa yavrusunu kurbanlık olarak seçmesi ve kırlara salıvermesidir[9].
Kansız kurbanlardan biri de saçı (libation)dır. Bu konuda daha ilerde bilgi vereceğiz.
Kanlı kurbanlar ise Tanrı/Tanrılara sunulan insan, hayvan ve balıklardır. Hayvan kurbanlarının başında sığır, koyun, keçi, ayı, domuz ve tavuk gelir. Kültlere bağlı olarak İsis (Mısır) kültünde kaz, Türklerin eski inançlarında ise at kutsal kurbanların başında gelir. Bunların dışında köpek, eşek, yılan vs. hayvanlar da kurban olarak sunulmuşlardır.
Eski çağlarda insan kurban edilmesi, bir nevi temizlenme ve sihir vasıtasıydı. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi ailenin ilk çocuğu Tanrı’ya aitti ve ona kurban edilmesi gerekiyordu. Bu pratikten başka Mısırlılar köpek başlı olarak tasvir ettikleri insanlara “Âni” diyorlar ve onları “Ay Tanrısı”na kurban olarak sunuyorlardı[10].
Yunan mitolojisinde de insan kurbanıyla karşılaşıyoruz. Efsaneye göre; “Truva Savaşı’nda Menelaus, hem karısını kurtarmak hem de intikam almak için, kardeşi ve Argos kralı Agamemnon’un baş kumandanlığında bir ordu toplar. Savaşa bütün Yunan kralları katılır. Gemilere binerler. Ancak rüzgâr Tanrısı yelkenleri doldurmaz. Tanrılar rüzgâr vermek için Agamemnon’un kızı İphigenia’yı kurban etmesini isterler. İphigenia kurban edilir. Yelkenleri dolan Akhaiolar Anadolu’ya geçer, Truva’ya varırlar[11]”
Kesik baş kültüne bağlı olarak insan kurbanı konusunda Ahmet Yaşar Ocak, M. Eliade’den şu bilgileri nakleder: “… Eliade, İsveç, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi memleketlerde insan kurbanı ayinlerinden bahsettikten sonra, bu ayinlerin tarım kültürü ile sıkı sıkıya bağlı olduğunu ve çok kuvvetli bir ihtimalle, bunun, Suriye, Mezopotamya ve Anadolu gibi birkaç merkezden eski dünyaya yayılmış bulunabileceğini ileri sürmektedir.
Eliade Anadolu’da özellikle tarihî devirlerde, mesela ilk çağlarda hasat mevsimi dolayısıyla icra edilen insan kurbanı ve kafa kesme ayinlerine örnek olarak Frigyalılar’ı göstermektedir. Frigyalalar’da bu olayla alakalı bir de efsane olduğunu belirten Eliade, onların yüzyıllar önce hasat zamanında insanları, başlarını kesmek suretiyle kurban ettiklerini, hatta elde mevcut delillere göre, o zamanlar bu âdetin Doğu Akdeniz’in her tarafında yaygın olduğunu kaydetmektedir.
Eliade’a göre, söz konusu efsane işte bu olayın hatırasını yansıtmakta olup şöyle özetlenebilir: Efsanenin kahramanı meşhur Kral Midas’ın gayrı meşru oğlu Lityerses’tir. Bu adam korkunç iştahı ile tanınmakta ve mahsulünü, daha doğrusu buğdaylarını bizzat biçmeyi çok sevmektedir. Kendisinin bir âdeti vardır: Tarlada ekin biçmekteyken, oradan kim geçerse, kendisi ile ekin biçme yarışına zorlamaktadır. Yolcu bu yarışmada yenilirse, Lityerses ellerini bağlıyor ve tırpanla kafasını keserek vücudunu tarlaya atıyordu. Günün birinde, bir yolcu kılığında Herkül oradan geçer ve tabiatıyla Lityerses tarafından yarışmaya çağrılır. Ancak bu defa tersi bir netice ile karşılaşılır: Lityerses’in tanıyamadığı Herkül onu yener ve başını keserek vücudunu Menderes ırmağına atar. Böylece kendi âdetine kendisi kurban gitmiştir.[12]”
İran mitolojisinde ise insan kurbanı hakkında şu bilgilere sahibiz: Cemşid, Tanrı Ahura-Mazda’nın vermiş olduğu her şeyi unutarak, insanlara zulmetmeye başlar. O sıralarda Arabistan’da Dahhak adında bir prens çıkar. Şeytan Angra Mainyu, değişik kılıklarda Dahhak’ın yanına gelerek onun güvenini kazanır. Ve ilk önce babasını öldürtür. Daha sonra Dahhak’ı Cemşid’in üzerine salarak ışıklar ülkesi İran’ı istila ettirir. Bu olaydan sonra Dahhak kendisini güç ve zaferin sembolü olarak ilan eder. Bu sırada parmağındaki yüzük de kayarak düşer. Angra Mainyu’nun sahiplendiği Dahhak o günlerde sadece kötü insanların işlerini görür olmuş. İyi işler yapmak ve iyilerle görüşmek gizli tutulurmuş. Çok geçmeden kurban meselesi ortaya çıkmış. Şeytanlardan eğitim görenler kara büyü ile uğraşmaya başlamışlar. Her gün iki genç adam öldürülüp Dahhak’ın omuzlarındaki yılanlar doyurulmaya başlanmış[13].
Eski Sami kavimlerinde insan kurbanı çok yaygın bir gelenek halini almıştı. Tevrat’ta adı geçen Bolo yani Baal daha çok körpe etleri severdi. O’nun tunç heykelinin bir fırın olan karnında çocuklar yakılır ve bu iğrenç Tanrı doyurulurdu[14].
Cahiliye dönemi Araplarında da insan kurbanına rastlıyoruz. Cahiliye devri Araplarının Sabah Yıldızı’na daha doğmadan büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ettikleri bilinmektedir. Yine önemli putlardan Uzza’ya oğlanlarla, kızların ve esirlerin de kurban edildikleri ileri sürülmektedir[15].
Yine aynı dönemlerde mahiyeti farklı da olsa Abdulmuttalib’in, oğlu Abdullah’ı kurban etmesiyle ilgili olarak şu bilgilere sahibiz. Hz Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunun kazılması sırasında Kureyşlilerin kendisine çıkarttıkları zorluklar sebebiyle, eğer on tane oğlu olursa ve bunlar kendilerini koruyacak yaşa gelirlerse içlerinden birisini Kâbe’nin yanında Allah için kurban etmeyi adamıştı. Abdülmuttalib’in isteği gerçekleşince O, adağını yerine getirmek istemiş; oğulları arasında çekmiş olduğu kurada kurban adayı olarak Abdullah çıkmıştı. Abdülmuttalib adağını yerine getirmeye kalkışınca, böyle bir adağın âdet haline gelmesinden çekinen Kureyşliler O’na engel olmuşlardı. Bu olay karşısında ikilem içerisinde kalan Abdulmuttalib bilgisine güvendiği bir kadına baş vurdu; “Akıllı kadın şöyle dedi”: Bana ilham geldi, sizde kan bedeli nedir? “O’na on deve olduğunu söylediler. “Memleketinize dönün ve kurban edeceğiniz adamı bir tarafa, on deveyi de bir tarafa koyun ve aralarında kura çekin. Ok adamın aleyhine çıkarsa, on deve daha ekleyin ve tekrar kura çekin. Fal develere çıkıncaya kadar develeri artırın. Develeri kurban edip adamı salıverin” dedi. 100 deveye varıncaya kadar oklar Abdullah’ı gösterdi. Daha sonra fal (kura) develere çıktı ve kefaret olarak bu 100 deve kurban edildi[16].
V. Eberhard, Türklerde insan kurbanının bulunmadığını, bu türlü kurbanın Türkler tarafından yasaklandığını kaydeder. Bahaeddin Ögel de aynı görüştedir. Ataların ruhlarına insan kurban etme âdetinin bir Moğol geleneği olduğunu kaydeden Ögel şöyle bir efsane nakleder: “Türkler dişi geyiği bir tür Tanrı daha doğrusu birer dişi ruh kabul ediyorlardı. Göktürklerin atalarından biri, sık sık bir mağaraya giderek orada Deniz-Tanrısı ile sevişirmiş. Bir müddet sonra Deniz-Tanrısı mağaraya gelmez olmuş. Bunun sebebi bir Ak-geyiğin askerler tarafından öldürülmesi imiş. Bu durumu öğrenen Göktürk reisi Ak-geyiği vuran kişiyle kabilesini cezalandırmış. Bu cezaya göre Göktürklerde insan kurbanları, hep bu askerin kabilesinden verilirmiş”.
Ögel’in bu efsane ile ilgili görüşleri ise şöyledir: “Bu efsane Türklerin çok eski, belki de tarihten önceki âdetlerinin bir yankısıdır. Çünkü Göktürk çağı ile ilgili hiç bir kaynak Göktürklerde insan kurbanı verildiğine dair en ufak bir açıklama da bulunmamaktadır[17]”.
Ancak Göktürklerde at ile beraber insan kurban edildiğine dair Bizans elçisi Valentin’in, İstemi Kağan’ın cenaze merasimini (yog) anlatırken yaptığı tasvir çok dikkat çekicidir: “Matem günlerinden birinde, dört tane bağlı hun getirdiler (Kağanın) babasının atları ile birlikte bunları ortaya koydular… (Öbür dünyaya) gidip, (kağanın) maiyetine girmelerini emrettiler”. Emel Esin, bu kayıt hakkında, “Köktürklerde, insan kurban edildiği hakkında tek rivayet” demekte ve “Başka nadir rivayetler şüpheli mahiyettedir ve esasen de ölüm ile bitmemektedir” diye ilave etmektedir[18].
“İnsan kurbanı ayinlerinin sıkı sıkıya tarım kültürüyle bağlı olduğu[19]” tespitinden hareketle, eski Türk toplumunda insan kurbanı olmamasını, Türklerin göçebe hayat tarzını sürdürmelerine bağlayabiliriz
Ancak Başkurtların ünlü destanı Ural-Batır’da, yılda bir defa, Kağan’ın kendisi, doğum günü, suyuyla yıkandığı kuyu ve Tanrı için kurban sunulduğunu gösteren şu mısralar ilgi çekicidir.
“Sen uzak ülkeden / İyi düşünceyle gelmişsin / Ey yiğidim sen bilsen / Bizim ülkede olsan/ Katil padişahın yaptığı / işleri görsen; / Ağrı ve hastalık görmeyen / Ölüm başına gelmeyen / Kadını, kızı, erkeği, babayı / Genç ve yaşlıyı ayırmadan / El ve ayaklarını bağlatıp / Aralarından seçtirip / Yılda bir kere yığdırıyor / Sarayına aldırıyor / Kızı yiğitler seçiyor / Kendisi kızlar seçiyor / Kalanları dahi / Padişahın yakın adamları / Kendilerine seçiyorlar/ Diğerlerine merhamet etmiyor / Kanlı gözyaşlarına bakmıyor / Diri, sağ/ Kızları göle saldırıyor / Erkekleri ateşte yaktırıyor / Babası için, kendi için / Yakın adamlarının şanı için /Kendi doğmuş olduğu gün için /yılda bir kere tanrı için /Kanlı kurban veriyor…
Bizim ülkede bir padişah var / Yakın adamlarının töresi var / İşte bu halk içinde/ Türlü nesilden insan var / Her yıl padişahın doğduğu gün için / Baba ve annesinin hakkı için / Padişah doğunca su alıp / Yıkandığı kuyusu için / Kurban verir töre var/ Padişahın tuğunun bezeğinde / Kara kuzgun kuşu var / O kuşları her yıl / İkramladığı günü var / İşte yiğit görüyorsun / O kuşları biliyorsun / Gelip dağa konmuşlar / Yemleneceklerini bilmişler / Kızları kuyuya koyduktan sonra / Kızlar orada öldükten sonra /Hepsini kuyudan alıp / Kuzğunlara atıyorlar/ Onlar orada yiyorlar/ İşte bağlı yiğitler /Her soydan gelmiştir / Padişahın kızı her yıl / Yeniden birisini seçiyor / Ondan kalanı padişahın kendisi / Saraya köleler seçiyor / Ondan durup kalanı/ Tanrı için kurban ederler[20]”.
İskit (Saka[20.1] ) krallarının ölümü üzerine yapılan cenaze törenlerinde; ölen krala öbür dünyada yardım etmesi için karısı, hizmetçisi, aşçısı ve atının da ölüyle birlikte mezara konulduğunu görüyoruz; “İçi boşaltılıp mumyalanan kral kırk gün süreyle kabile kabile dolaştırılır ve mezarının bulunduğu Gerrhi’ye getirilirdi. Burada cenaze, hazırlanan mezara indirilir ve bir şiltenin üzerine yatırılır. Cenazenin etrafına, zemine mızraklar saplandıktan sonra, mezara tavan teşkil edecek tahta kirişler yerleştirilir ve bunların üzerine de örme hasırdan bir çatı yapılırdı. Krala ait mezarın içinde içi boş kalan yerlere, boğularak öldürülen karısı, sakisi, aşçısı, seyisi, hizmetçisi, habercisi, bir kaç atı ve kendisine ait olan eşyadan bir kısmı, altın kaplar gömülürdü. Bütün bu işler tamamlandıktan sonra, mezarın üzerinde büyük bir toprak tepe yapılır ve İskitler bu tepeyi, mümkün mertebe yükseltmek için birbirleri ile yarış ederlerdi[21].”
Bu verdiğimiz örneklerden hareketle Türklerde insan kurban etme olayının Göktürk çağından önceleri var olduğunu ve bilahere bu âdetin yasaklanmış olabileceğini söyleyebiliriz.
Kurban olayında dikkat çeken bir husus da, kurban edilecek hayvanların renkleridir. Bu renkler kurban sunulacak Tanrı’nın hüviyetine göre değişmektedir. Genellikle Gökyüzü Tanrılarına beyaz ve kırmızı renkli hayvanların kurban edilmesi bir gelenektir. Çünkü, beyaz renk dinlerde ve halk arasında saflığın, temizliğin hassasiyetin işaretidir[22]. (Bu konuyu Eski Türklerde kurban bölümünde daha geniş olarak işleyeceğiz.)
İlkel topluluklarda kurban kesim yerleri (sunak) ve zamanı da bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.
M. Eliade kurban sunağı hakkında şöyle demektedir: “Kozmik zamanın kozmogoninin tekrarı yoluyla inşası Brahman kurban törenlerinin simgeciliğinde daha da açık görülmektedir. Brahmanlar’da her kurban veriş dünyanın yeni bir yaratılışına denktir. Öyle ki, kurban sunağının inşası ‘dünyanın yaratılışı’ olarak kavranmaktadır[23]. Bu haliyle bu sunak yerleri bir bakıma arındırılmış mekânlardır. Ayrıca Tanrı’nın da “orada” insanlara daha yakın olacağı düşünüldüğünden seçilmiş ilahî bir mekân olduğu düşünülebilir[24].
Cahiliye döneminde Kâbe’nin karşısında duran iki kaya vardı ve bu kayalar put olarak kabul edilmişti. Ve Kureyşliler kurbanlarını bu iki kayanın arasında kesiyorlardı. Efsaneye göre: “Isaf ve Naile adındaki bu iki put; Mekke putları arasında yüksek bir yere sahip değildi, hatta onların Kabe’nin kutsiyetine tecavüz ettikleri için taşa çevrilmiş günahkar bir kadınla bir erkek olduğu rivayet edilmektedir[25]”.
Göktürklerde bir Ata-Mağarası kültünün olduğunu biliyoruz. Göktürk kağanı/kağanları senenin belli zamanlarında[25.1] devletin ileri gelenleri ve kabilelerin soylularını yanına alarak bu ecdat mağarasına gidiyor ve oraya kurbanlar vererek saygı duruşunda bulunuyorlardı[26]. Burada bahsedilen ecdat mağarasının Ötüken Yış’ta (Ötüken ormanı) bulunduğunu Ethem Ruhi Fığlalı, Emel Esin’den nakletmektedir[27 ].
Yine eski Türk boylarından Sagaylar’da da her üç yılda, bir dağ tepesinde ayin yapıldığını ve kurbanlar kesildiğini Abdülkadir İnan nakletmektedir[28]. Beltir boyunda ise kurban ayinleri, kadın ayağı değmemiş mukaddes bir dağ tepesinde yapılırmış. Ayin yapılan bu yer daha sonra kayın[28.1] ağaçları ile ağaçlandırılırmış. Bu ayin yapılan yere “Tigir Tayıcan /Tanrı’ya kurban kesilen dağ” denmektedir[29].
Karluklular’ın mukaddes bildikleri, dibinde anlaşmazlıklarını hallettikleri ve kurban kestikleri yeşil bir taş vardır[30].
Eski Türk dininin izlerini, buna paralel olarak sunak yerlerini bugün Anadolu’nun bazı yerlerinde takip edebiliyoruz. İlk dönemlerde ecdat mağaraları, kutsal yeşil taşlar ve kadın ayağı değmemiş dağlarda bulunan sunak yerleri günümüzde adak kurbanlarına bağlı olarak bazı evliya tekkeleri çevresinde
yaşama alanı bulmuşlardır. Örnek olarak, Çankırı ili, Ilgaz ilçesi Şeyh Yunus köyünde bulunan türbeyi gösterebiliriz. Çocuğu olmayan/durmayan kişiler bu türbeye gelir ve adak adamak suretiyle çocuklarının olacağına/duracağına inanırlar. Her yıl mayıs ayında türbeye kurban kesilir. Yağmur duası da burada yapılır. Yedi yılda bir yedi öküz kurbanı (Büyük dua/Çorbalık) da yine bu köyde yapılmaktadır[31]. Buradan kutsal kişilerin ruhlarına-Eski Türklerdeki Ata ruhlarına- kurban kesildiğini ve sunak yeri olarak da buranın kullanıldığını öğreniyoruz.
Kanlı kurban pratiğinin gerçekleştirilmesinde çeşitli yöntemler uygulanmıştır. Bu yöntemlerin başında hayvanın boğazlanarak kanının akıtılması başta gelir. Aç-susuz bırakmak, sürüyerek, yakarak öldürmek ve suda boğmak da geçerli yöntemlerdendir.
Türkler Müslüman olmadan önce, kurbanları kesmede üç değişik yöntem uygulamışlardır. A. İnan, Maynagaşev’den Beltirler’deki kurbanlık hayvanın öldürülmesiyle ilgili olarak şunları nakleder: “Beltirlerin hepsi geldikten sonra koyunları kesmeye başladılar. En evvel ona has bir usulle kurbanlık hayvanı öldürdüler. Benim gördüğüm kurbanlık beyaz bir oğlaktı. Oğlak şu suretle öldürüldü: İki adam bir kayın sırığının iki başından tuttu, iki adam da oğlağın ön ve arka ayaklarından tutup bu sırığın üzerine yatırdılar ve hayvanın belkemiğini kırdılar; bağırmaması için ağzını tıkadılar. Akidelerine göre böyle iken hayvan bağırırsa makbuliyetine alâmettir. Belkemiği kırılmakla hayvan çabuk ölüyor[31.1]; onu yere yatırıp derhal karnını yardılar ve belkemiğine ilişik olan azasından birini çıkardılar (Bu aza kalp olmalıdır). Bu ameliyattan sonra hayvan derhal öldü. Kanını yere damlatmamak[31.2] için çok dikkatli derisini yüzüp gövdesini parçaladılar. Başını, ayak, bağırsak ve ciğerlerini deriye sarıp yeşil dallar üzerine koydular[31.3]. Kurbanlığın ön tarafını tencereye koyup diğer koyunların etiyle birlikte pişirdiler. Lakin kendileri bunun merasim kaidesine muhalif olduğunu ve usule göre kurbanlığın bütün etlerinin “Uluğ ot”ta yakılması lazım geldiğini söylediler[32].”
Şaman ayinlerinde geçen buna benzer bir olayı da Radloff nakletmektedir[33].
İskitler’deki atın kurban ediliş şekli yukarıda naklettiğimiz eylemle örtüşmektedir[34].
Semâvî Olmayan Dinlerde Kurban:
Kurbanın tarihçesi bölümünde kısa değinmelerde bulunduğumuz gibi, kurban ibadeti insanlarla var olmuştur. İnsanlar inandıkları dinin gereği her zaman kurban sunma eyleminde bulunmuşlardır. Kurbanın bir ibadet olarak yerine getirilmesinin sebeplerini beş madde başında toplayabiliriz.
1. Hayranlık: İnsanlar çeşitli sebeplerle bazı şeylere (gök, ay, güneş, hayvan vs.) hayranlık duymuşlar, bu hislerini de o hayran oldukları varlıklara kurban sunarak dile getirmişlerdir.
2. Şükran: Yeryüzünde çok çeşitli nimetlere sahip olma şansına erişen insan, bunları kendisine ihsan ettiğini düşündüğü Tanrı ya da Tanrılara kurban sunmak suretiyle, şükrünü ifade etmiştir. Yani kurbanı bir teşekkür vasıtası olarak düşünmüştür.
3. Gönül Alma: İlkel dinlerde insanlar, Tanrı/Tanrıların gazabını dindirmek ya da işlemiş oldukları suçların cezasından kurtulmak için kurban eyleminde bulunmuşlardır. Kurbanı bir tür gönül alma vasıtası olarak kullanmışlardır. Ne de olsa “Yarım elma, gönül alma”için yeterlidir.
4. Pazarlık (Adak): İnsanlar bazı isteklerinin Tanrı/Tanrılar tarafından kabul edilmesini istemişler/ dilemişlerdir. Dilekleri yerine gelince de Tanrı’ya bu lütufunun karşılığı olarak kurban sunmuşlardır.
5. Kefaret: İnsanlar yaptıkları fenalıklar ve işlemiş oldukları cürümlerin karşılığı olarak kurban eylemini gerçekleştirmişlerdir.
Biz burada bütün Semâvî olmayan dinlerdeki kurban ibadetini tek tek ele almak yerine; Türklerin kültür alış verişinde bulundukları toplulukların kurban âdeti üzerinde duracağız. Böylelikle karşılıklı etkileşimleri de açıklamış olacağız.
1.Konfüçyüsçülük ve Taoizm’de Kurban:
Türklerin tarih boyunca kültür alışverişinde bulundukları milletlerin başında Çinliler gelir. Çinliler’de kurban törenlerine büyük önem verilirmiş. Çinliler kanlı kurban olarak lekesiz, tek renkli ve kusursuz bir boğa kurban ederler. Kansız kurbanları ise, çeşitli yiyecekler, ipek kumaşlar ve yeşim taşıdır. Çinliler’de bir de saç kurbanı vardır. Ki, Tang’ı mağlup ettikten sonra yedi yıl kuraklık ve buna bağlı olarak kıtlık olmuş. Tang, o zaman saçlarını kesmiş ve yağmur yağmaya başlamış. -Çinlilerin kafalarının her tarafını traş edip, enseye yakın kısımda bir tutam saç bırakmalarının sebebi bu olsa gerek.- Çinliler’de kurban töreni şu şekilde yapılırdı. Önce dua okunur. Duanın sonunda imparator secde eder gibi yere kapanır. Diğer hazır bulunanlar da genellikle diz üstü dururlardı. Bu pratiklerden sonra saçı olarak getirilmiş olan şeyler kor halindeki ocaklara atılarak yakılırdı[35]. Burada karşımıza çıkan dua âdeti bütün dinlerde ortak bir motiftir. Şamanlar da kurban ayinleri sırasında dua ederlerdi. Beraberlerinde getirdikleri saçıların kor halindeki ateşe atılması da Eski Türkler’in kurban pratiği ile örtüşmektedir. Yakutlar’da Demircilere sunulan kurbanların ciğerlerinin demir ocaklarında iyice kızartıldıktan sonra, bunları örsle çikeçte ezerlerdi. Yine Beltirler’de kendine has usûlle (belkemiği kırılarak) öldürülen hayvanın da büyük ateşte yakılması gerektiğini yukarda zikretmiştik.
2. Hinduizm ve Budizm’de Kurban:
Türklerin değişik devirlerde çeşitli dinlerin etkisine girdiğini ve bunları kabul ettiklerini biliyoruz. Hinduizm ve Budizm Hindistan’da doğup daha sonra Türkler tarafından kabul edilen dinlerdendir.
Kurban Hinduizm’de çok önemli bir yere sahiptir. Vedalar’ın emrettiği dini hayat kurbanlar etrafında toplanmıştır. Tanrılar bile kudretlerini ancak kurbanlar sayesinde gösterebilmişlerdir. Kâinatı yaratan kurbanlar olmuş ve gökte başlamıştır. Tanrılar’ın takdim ettikleri kurbanlar yeryüzündekilere (insanlara) örnek olmuştur. İnsanları Tanrılarla iyi münasebette bulunduran yine kurbanlardır. Tanrılara sunulan her şey kurbandır. Hinduizm’de yaygın olan kansız kurbanlardır. Ancak yaz ve kış gün dönümleri münasebetiyle kanlı kurbanların da Tanrılar’a sunulduğunu görmekteyiz. Bu kanlı kurbanların en büyüğü ve özel bir tören gerektireni “Soma” kurbanıdır. Soma’da keçi ve inek gibi hayvanlar kurban edilmiştir. Tanrıların öfkelerini teskin etmek maksadıyla sunulan bu kurbanların yanında özel hediyeler de Tanrılar’a sunulmuştur[36].
Hinduizm’de sunaklarda en iyi hayvanların kurban edilmesi ve etlerinin iyi kısımlarının yine burada bulanan ateşlerde yakılma geleneği vardır.
Hinduizm’in bir özelliği de ölmüş/ölen kişiler için kurban kesme şartını getirmiş olmasıdır. Hinduizm’e göre, ölüler kurbansız aç kalırlarmış.
Vedalar’da beş güzel amelden biri olarak kurban kesme yer almaktadır[37].
Hinduizm’de gözlemlediğimiz ölüler için kurban kesme, Türkler’de ölenle birlikte atının da öldürülmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ata (ecdat) mağaralarına sunulan kurbanı da bu bağlamda düşünebiliriz.
Bir ahlâk dini sayılabilecek Budizm’de; davranışların ahlâkî olmasını sağlayacak esaslardan biri de canlı varlıkların öldürülmemesidir. Bu nedenle Budizm’de makbul olan kurban, kansız olanıdır. Bunların başında süt, çiçek, pirinç gelmektedir. Budistlerin sunak yerleri Buda heykelleridir.
Belki de Eski Türklerdeki kansız kurbanlar ve “ıduk”lar Budizm’den kaynaklanmış olabilir. Türk Tarihi boyunca putperestliğe rastlanmadığı için; herhangi bir putun veya putların çevresinde sunak yerleri de oluşmamıştır.
3. Zerdüştlük/ Mazdaizm’de Kurban:
Türklerin münasebette olduğu kavimlerden biri de İranlılar’dır. İran’da doğan ve tek Tanrı inanışına yer veren Zerdüştlük’e, dayandığı tek Tanrı Ahura-Mazda’ya nisbeten “Mazdaizm” de denir.
Zerdüştlük’ün kutsal kitabı olan Zend-Avesta’da kurbanla ilgili bazı bilgiler bulunmaktadır. Avesta’da “Fiber” (Suaygırı) denilen bir hayvanın kurban edildiği zikredilmektedir. Kurbanın esası aftır. Avesta’da kurbanla ilgili dikkat çeken bir husus da kurbanların, dağ tepelerinde, ırmak ve göl kenarlarında yüz at, bin sığır, on bin koyun şeklinde kurban edilmesinin istenmesidir[38].
Zerdüştlükte’ki kurban ibadetinde dikkati çeken husus sunak yerlerinin Türklerin sunak yerleriyle örtüşmesidir. Burada kurban edilecek hayvanların sayısıyla ilgili olan mübalağalı ifadelere “Oğuz Destanı”nda da rastlıyoruz: “Oğuzun kendi ülkesinden çıkıp çeşitli memleketler alması ve sonra yine geriye, kendi yurduna gelmesi tahminen elli yıl sürmüştü. Oğuz yurda varması şerefine toy için doksan bin koç ve dokuz yüz kısrak kesilmesini emretti ve büyük bir toy yaptı[39]”.
4. Eski Türklerde Kurban:
Eski Türklerdeki kurban ibadetine geçmeden önce Eski Türk dini ile ilgili olarak Orhan Türkdoğan’ın dikkatlerini aktarmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz[39.1]. Türkdoğan, Orhun Abidelerindeki bazı ifadelerden hareketle Eski Türk dini ile ilgili olarak şu çıkarımlarda bulunur. “Öd tengri yaşar, kişi oğlı kop ölgeli törümiş” (Ergin, 1980/75) Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için yaratılmış. Bu özlü ve anlamlı söz, bize “Tanrı”nın ölümsüz, insanın ise ölümlü olduğunu göstermektedir. O halde Göktürklerde bilebildiğimiz kadarıyla evrensel dinlere yaklaşan bir “Tanrı” anlayışı hâkimdir. Ancak bu Tanrı, Türk Tanrısıdır, başka milletin Tanrısı değildir.
“Üze Türk tengrisi ıduk yiri subı ança etmiş erinç” (Ergin,1980/79) Yukarıda Türk Tanrısı, mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiştir”. Görülüyor ki, burada evrenin yaratılışı (kozmogoni) geliştirilmektedir. Şöyle ki, “Üze kök tengri asra yagız yir kılundıkta ikin ara kişi oğlu kılınmış. Kişi oğlında üze eçüm apam Bumin kağan, İstemi kağan olurmış. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş (Ergin,1980/67) Üste mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine atalarım Bumin kağan, İstemi kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzene sokuvermiş.”
Zamanı yaşayan, yani ölümsüz olan Tanrı aslında Gök Tanrı’dır. Mavi gök ile yağız yer ve ikisi arasında insanoğlu da yaratılmıştır. Nasıl Gök Tanrı yeri, suyu, kutsal kılmış ve onları düzenlemiş ise, aynı şekilde Bumin ve İstemi Kağanlar da Türk milletinin ilini töresini düzenlemişlerdir[40].
Burada Eski Türkler’in dini olarak yaygın ve yanlış olarak bilinen “Şamanizm” hakkında da Türdoğan şöyle demektedir: “Eski Türklerde dini inançlarla ilgili olarak bazı kültlere rastlamaktayız ki, “Şamanizm” bunlardan biridir. Sosyoloji ve antropoloji açısından kült; bir dinin ibadet ile birleşen uygulamaları ve merasimler kümesidir. Bu nedenle her hangi bir kült, Dionysius kültüründe görüldüğü gibi, Tanrısal uygulama, eylem ve fikirler kümesini kapsar. Bu nedenle, Şamanizm de bir din değil bir külttür[41].”
Eski Türklerin büyük bir çoğunluğu Gök Tanrı dinine inanmakla birlikte, ilişkide bulundukları milletlerin dinlerini de kabul etmişlerdir. Yukarıda da göstermeye çalıştığımız gibi, dinsel bir eylem olan kurbanda bu dinlerin etkilerini takip edebiliyoruz.
a. Kanlı Kurbanlar:
Kanlı kurbanların başında at gelmektedir. Yukarıda da izaha çalıştığımız gibi insanların kurban olarak sundukları, sahip oldukları varlıklarla doğru orantılıdır. Bütün göçebe topluluklarda olduğu gibi Türkler için de at en değerli hayvanlardan birisiydi. Savaşta ve barışta devamlı at üzerinde olan Türkler ayrıca atın etinden ve sütünden de istifade ediyorlardı[42]. Hal böyle olunca Tanrı’ya sunulacak en değerli kurban da at olmaktadır.
Manas destanında birçok yerde at kurbanı geçmektedir: “Manas’ın oğlu Semetey Talas’ta Zülfikar dağında oturan Bayoğlu Bakay’ı ziyaret eder. Bakay sevinir. Tanrı yoluna atlar kurban eder. [43]”
Yine Manas destanında Manas’ın ölümü üzerine yapılan cenaze töreninde at kurbanı öne çıkmaktadır: “Manas öldükten sonra, dokuz gün bekletilir. Doksan kısrak kesilir. Dokuz-kat kumaş halka dağıtılır. Daha sonra aynı cenaze töreninde altmış sayısı rol oynamaya başlar[43