Büyük Türk Dünyası

Her taşında geçmişimizin izleri, tarihimizin mirası, değerli gelenekleri ve şanlı bir gururla vatan kıldığı uçsuz bucaksız toprakları. Bu yazıyı Büyük Türk milletinin en değerli topraklarından, en verimli coğrafyasından, Kafkaslardan – Azerbaycan’dan yazıyorum. Hepinize tanıdık bir isim ve yakın tarih. Birçoğumuz Azerbaycan’ı tanıyoruz ama birçoğumuz bu gizli değeri biliyor muyuz?


Bu yazının çok akademik ve yorucu olmasını istemiyorum. Bu yüzden yazdığım yazıda sizlerin düşüncelerinden, sorularından ve bilmek istediklerinizden yola çıkarak Azerbaycan’ı tanıtacağım. Azerbaycan ve Türkiye’nin ne kadar benzediğini anlayacaksınız. Yaşadıkları acılara birlikte üzülüp, kazandıkları zaferleri birlikte kutlayan bir halkın ikiye bölünmüş ruhudur, Türkiye ve Azerbaycan. Anadolu’da annelerimizin çektiği çilenin, Zengezur’da analarımızın feryadının ortak haykırışıdır. Sarıkamış’ta, Bakü’de, Çanakkale’de, Karabağ’da birbirilerinin sesine ses veren, arkasında duran güçtür. Ortak tarihimize, soyumuza ve atalarımıza verilmiş o sözün özetidir. Dilimizdeki en temel kelimeler bile aynı: ana, vatan, yurt. Çünkü bu sözler duygularımızın, düşüncelerimizin ve eylemlerimizin unutmadığı sözlerdir. Biz çocukken annelerimiz bize kızdığında kullandıkları kelimeler, atasözleri, ninniler aynıdır. Okuduğumuz masallar, destanlar, birine sevgimizi ifade ederken söylediğimiz “can” aynıdır.


Peki bu değerleri, tarihi, bu ismi ve 3 renkli bayrağımızın üzerindeki ay ve yıldızı koruyarak günümüze taşımak kolay oldu mu? 1918’de Doğu’nun ilk demokratik cumhuriyeti kurulurken, herkesin demokratik haklar konusunda örnek gördüğü Batı ülkelerinde bile kadınlara oy hakkı verilmezken, Azerbaycan Cumhuriyeti’nde kadın hakları tesis edildi. 1920’den sonra tam 71 yıl Sovyet esaretinde kaldı. Tam 71 yıl boyunca Azerbaycan halkı, Türk adını unutması için yasaklara, engellere, sürgünlere ve baskılara maruz kaldı. Kimliğinden, birliğinden, özünden uzaklaştırmak istediler. Milletimizin adını değiştirdiler, bölgelerimizin adını değiştirdiler, türkülerimizi, şiirlerimizi, kitaplarımızı, tarihi arşivlerimizi yok ettiler. Azerbaycan halkına büyük bir ulusun parçası olduğunu unutturmak için ellerinden geldiğince baskı yaptılar. Başardılar mı? Bu yazının yazarının bir Azerbaycan Türk genci olduğunu biliyorsanız cevabı da malum. Yapamadılar. Bize Türk olduğunu söyleyen anneannelerimiz, annelerimiz olan “Türk kadını” bu onurlu görevi üstlendi. Bu toprakların Türk kalması için can veren babalarımızın, kardeşlerimizin onurunu korumak Türk kadınının en değerli göreviydi.


Sovyetler döneminde Kafkasya’da Türklere uygulanan asimile siyaseti ve baskılar yalnız tarihe değil, bir çoğumuzun ailesinin geçmişine yansıdı. Bu coğrafyada bizi biz eden kültürümüz ve o kültürü yaşatan, baskılara rağmen kimliğimize sahip çıkan Fatimenise gibi, Roza gibi analarımız vardı. 1918’de Azerbaycan haklı bir mücadele veriyor. Bolşevik-Ermeni Daşnak güçleri bu topraklardan Türk adını silmek için Azerbaycan halkına vahşet dolu soykırımlar yaşattı. Bakü işgal edildi. Ve o gün tıpkı şimdi olduğu gibi gardaşlarımız sesimize ses, bileğimize güç oldular. Azerbaycan Türkleriyle birlikte omuz-omuza savaşıp kanlarını ebediyyen bu topraklara kazıdılar.Bu sayede bugün bu topraklar bize yeniden vatan oldu. Azerbaycan’ın güneyinden kuzeyine doğusundan batısına her tarafında o günlerin izi ve hatırası vardır. Zengezur’da, Bakü’de, Şamahı’da, Guba’da, Karabağ’da…


1920’de Azerbaycan Cumhuriyeti, Bolşevikler tarafından işgal edildiğinde, anti-Türk propagandaları şehir şehir, köy köy yayıldı ve baskılar arttı. Türk kelimesi bile yasaklandı. Türkiye’deki akrabalarından mektup alan Azerbaycanlılar, aileleri ile birlikte vatandan sürgün edildi. İşte zamanın o çileli günlerinde Azerbaycan’ın uzak bir köyünde Fatimenise gibi koca yürekli kadınlarımız Türklüğümüze sahip çıktı. 1930larda Zengilan’ın dağlık bir köyünde Mehmetciklere ait mezarların olduğu arazinin bir kısmı Sovyet rejimi tarafından traktörlerle sürüldü ve yerlerine tarım arazileri yerleştirmeyi planlandı. Fatimenise nine bu olayı öğrendiğinde, gizlice şehitliğe gider ve kemikleri eteğine toplayarak kendi evinin çevresinde toprağa gömer. Kköy ahalisi de bunu yıllarca saklar. 1970’lerde Sovyet devlet adamları aynı yerin diğer kısmını üzüm bağları dikme bahanesi ile sürmeyi planlarlar. O yerin yanında manevi değeri olan, köylüler arasında şehitlik sembolü olarak yerleştirdikleri bir kaya parçası vardır. O kaya parçasını bölgeden kaldırmayı teklif ederler, ancak köylüler buna karşı çıkar. Tabii ki gerçek sebebi Rus yetkililere anlatmıyorlar ama bir bahaneyle taşı orada tutuyorlar. O yerin adı köylüler tarafından Şeit Memmed (Şehit Mehmet) olarak anılırdı. Orada Mehmetçiklerin mezarı olduğunu Roza ana, Fatmanise nineden duymuştu. Her yıl Azerbaycan’da bayram öncesi, vefat etmiş akrabaları anmak amaçlı olan Kara Bayram’da, Roza ana Mehmetçiklerin mezarına gider, dualar okurdu. 1993’de o topraklar işgal edildi. Roza ananın Sovyet döneminde, onca zorluklara rağmen Türkçü ruhta büyüttüğü oğlu İsmail de aynı ataları gibi, Mehmetçikler gibi o topraklar uğruna savaştı ve mezarsız şehit oldu. Bunları bana kim mi anlattı? Anaannem Roza. Birinci Karabağ savaşında işgal edilen köylerini ,memleketini bize anlatırken, “Bir gün oraya döneceğimiz umuduyla ve o taşı bulup tarihimize sahip çıkma niyetiyle, eğer biri bana Türkiye senin için nedir diye sorarsa “Vatandır” diyebileceğim!” diye anlatmıştı bana bu yaşanılanları. Biz Türkiye’yi ne zaman tanıdık, ne zaman sevdik hatırlamıyoruz. Çünkü daha bebekken, ninnilerle, masallarla, müziklerle ruhumuza okudular o varlığı, tıpkı Azerbaycan sevgisi gibi.

1937’de onlarca Azerbaycanlı aydın-yazar, şair, siyasetçi sırf Türk kimliğini ifade ettiği için sürgün edildi. Türkiye’de herkesin ezberlediği Çırpınırdı Karadeniz şarkısının sözlerini yazan Şair Ahmed Cevad, bu kutlu yolda şehit düşen aydınlarımızdandır. Veya Türkiye’de Emel Sayın’ın söz değiştirerek seslendirdiği Mavi Boncuk (Sənə qurban) şarkısının orijinalindeki sözler bu kutlu yolda şehit olan Mikayil Müşvig’e aittir. Tıpkı bu isimler gibi, Ruslar’ın siyasi ideolojisini Kafkasya’da yaymanın zor olacağını anlamalarına sağlayan, Türklük ve Azerbaycan mücadeleleri veren onlarca isim var. Elçibeyler, Vahabzadeler, Halil Rıza Ulutürkler Kafkasya’da Türk ruhunu diriltti ve 1990 yılında Azadlık Meydanı’nda yeniden uyanıp vatanımızı azat ettik. 71 yıldır aydınlık göklerin mahrum kaldığı Azerbaycan’ın 3 renkli bayrağı, bağımsızlığın, birliğin ve özgürlüğün gururuyla yeniden gökyüzünde dalgalandı.

Sevgili okurlarım, bir gün Azerbaycan’a yolunuz düşerse yıllardır insanların yüreğinde sızı olan Türkiye hasretinin vatanımda mutluluğa dönüştüğünü görecek ve hissedeceksiniz. Evlerin camlarına, dükkânların girişlerine dalgalanan bayraklarımızı gördüğünüzde ne demek istediğimi tam olarak anlayacaksınız. Tarih göstermiştir ki bu engeller, bu yasaklar Azerbaycan ile Türkiye’yi daha da birbirine bağlamıştır. Bu vatan Sarıkamış ve Çanakkale’de can veren Azerbaycan Türkleri ile Bakü ve Gence’de kardeşleri için savaşan Anadolu Türklerinin mirasıdır. Kimliğimize sahip çıkmamız gerektiği gibi birliğimize de sahip çıkmamız gerekiyor.

Total
0
Shares
Bir cevap yazın
Önceki
Azerbaycan’da İran adına casusluk yapan 16 kişi tutukladı

Azerbaycan’da İran adına casusluk yapan 16 kişi tutukladı

Azerbaycan’da polisin düzenlediği özel operasyonda İran adına casusluk yapığı

Sonraki
Türk Milliyetçisi Irkına Sahip Çıkıyor Mu?

Türk Milliyetçisi Irkına Sahip Çıkıyor Mu?

Türk olmak bizim için ne demek

İlginizi çekebilir