Türkçülük Ve Kafatası Tartışması

Anasayfa Sözlük Bilim-Teknoloji Türkçülük Ve Kafatası Tartışması

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #21684
    derebeyi35
    Katılımcı

    Bu yazımı yazarken bir hafta sonra (12 Ekim’de) 88 yaşıma basacağım. Ve bunca yıldır üç dilde (Türkçe, Fransızca, İngilizce) sayısını unuttuğum makale, dizi, araştırma ve 43 kitap yazdım.
    Bunların bir kısmında “Türk kimdir?”, “Türklük nedir?”, “Millet nasıl tanımlanır?” soruları üzerinde ısrarla durdum, kafatasçılık, pergelle milliyet tayini konuları üzerinde görüşlerimi açık seçik belirtmeye çalıştım. Sadece kitaplarımdan örnek vereyim: 1940’ta yayınlanan “Türkçülüğe Giriş”, sayfa 126; 1941: “Le Racisme est–il Justifiè?” (La Rèpublique, dizi); 1994 ve 2006: “Yükselen Milliyetçilik” (sayfa 66–78, 162–164), 1989 ve 2007: “Biz Kimiz?” (sayfa 50–57).

    Ama demek iyi anlatma yeteneğim yokmuş ki bütün bu gayretlerime ve açıklamalarıma rağmen hâlâ birileri çıkıyor, beni aksi iddiaların sahipleri arasında gösteriyor. Kimbilir belki bu da değil; ters takdim yapışları oyunun bir parçası; gerçeği bal gibi biliyor, mahsus çarpıtıyorlar.
    Meselâ geçenlerde Hürriyet gazetesinde tam sayfa iftiralar atan, beni de “ırkçı–kafatasçı” ilân eden kendisi, herkesi Yahudi olmakla damgalayan “sapık–ırkçı” Soner Yalçın, o da bunlardan biri.

    “Aidiyet” ve “kafatası ölçüsü” konuları aslında biraz karışık: Siyasetin “uydur uydur geç” basitliği yok,esas sosyal bilimlerin (sosyolojinin) alanı.
    Bu konuya tekrar girerken, yazılarımda ve konferanslarımda ısrarla belirttiğim görüşümü hemen bir kere daha mümkün olduğu kadar özet olarak açıklayayım:
    “Türklük”, kafatası ölçmekle belirlenemez.
    Eğer kişilerden (bir toplumun içindeki fertlerden) sözediyorsak, “Ben Türküm” demesi (fakat bunu inanarak söylemesi) aranacak tek kıstastır, tek ölçüdür. Ama sözde olduğu kadar özde de öyle midir, dikkatli olmak gerekir. Kafatasının “dolikosefal” olması, anadilinin Türkçe olmaması, Hıristiyan veya Musevî dininden olması, Türkiye’nin dışında yaşıyor olması Türklük aidiyetini değiştirmez. Tekrar ediyorum, takiyye yapmadan ait olma duygusu yeterlidir.

    Ama mesele burada bitmiyor.
    Toplumların ve millet–devletlerin kimlik ölçüsü fertlerinki gibi kısa değildir.
    İster toprak altından arkeolojik kazıyla çıkarılmış bir yerleşimin halkı olsun, ister şu an yaşayan bir toplum olsun, onların kimlik tespiti için 5–6 özellik aranır. ÇOĞUNLUĞUN konuştuğu dil nedir? (örnek bizsek “TÜRKÇE”), dini nedir? (bizsek “MÜSLÜMAN”), yaşadığı coğrafya? (“KÜÇÜK ASYA, KAFKASLAR ve AVRASYA–ORTA ASYA”), tarihi nedir? (malûm “TÜRK TARİHİ”), kültürü nedir? (ASYA, MÜSLÜMAN dünyası, kısmen de BATI) ve Irk tipi? (kafatası, göz rengi ve şekli, saç ve cilt rengi, boy ortalaması).

    Soru: Acaba daha az “kıstas” (ölçü) milliyet tanımlamasına yetmez mi?
    Deneyelim: Sade Müslüman olmak yetmez. Araplar da Pakistanlılar da şu mahut Malezyalılar da Müslüman. Onlara “Türk” diyebilir miyiz? Hıristiyan olmak da öyle: Almanlar da Amerikalılar da bu dinden ama birbirlerinden ayrı millettirler.
    Coğrafya da yetmez: Amerika kıtasından ABD’liler de Kanadalılar da Meksikalılar da Arjantinliler de yaşıyor.
    Orta Asya’da Türkler de Afganlılar da Tacikistanlılar da yaşıyor ve Kafkaslarda bin bir farklı “millet”; “O topraklarda yaşayanlar Türklerdir” damgasını vuramayız.

    Tarih bile öyle: Osmanlı tarihini Türkler de Bulgarlar da Sırplar da Suriyeliler de Libyalılar da paylaşıyor.
    Kafatası ölçüsü? Yetmez: İsviçreliler de, Güney Almanyalılar da (Bavyeralılar), Fransa’nın orta bölgesindeki halk da Türkler gibi brakisefal (yuvarlak) kafataslıdır ama Türk diyemeyiz onlara. Almanlar da dolikosefal (uzun) kafataslıdır, zenciler de: aynı soydandırlar diyebiliyor muyuz?

    Sonuç: bir tek kıstas–hatta iki üç tanesi bile–bir toplumun milliyetini tayine yetmez. Şimdi bir toplumun çoğunluğu hem Türkçe konuşuyorsa, hem dini İslamsa, hem Türkiye–Azerbaycan–Avrasya ve Orta Asya topraklarında yaşıyorsa, hem tarihi Türk tarihine bağlanıyorsa, çoğunluğun vücut yapısı beyaz–buğday benizli, kafatası yuvarlak, orta boylu, siyah–kahverenkli saçlı, göz kapakları kâh hafif çekikli, kâh düz, göz rengi elâ kahverengi ise bütün bu özellikleri taşıyan bir tek millet vardır. O da Türklerdir. 5–6 özellik onun için aranır.

    Gene bir soru: Bir toplumun çoğunluğu gibi olmayan fertler–vatandaşlar–ne olacak? Demin gördük, ama tekrar edeyim: meselâ Türkçe bilmiyorsa, sarışın mavi gözlü ve dolikosefalsa, Almanya’da doğmuş ve orada yaşıyorsa?
    Bu soru yersiz, çünkü kişinin kimliğiyle toplum kimliği karıştırılmış oluyor. O kişi samimiyetle kendini “Türk” hissediyorsa, “Aidiyet” kıstası gereğince o Türktür.
    O toplum içinde çoğunluğa benzemeyenler olabilir, çünkü toplumları tarih oluşturmuştur. Vücut (kafatası dahil) özellikleri farklı olanlar eski bir karışmanın izini genetik bir tesadüfle taşıyor olabilirler, hatta çocukları kendilerine değil, toplumun çoğunluk halkına benzer olarak doğabilir. Genetik piyango!

    Kafatası ölçümü, görüldüğü gibi, kişilerin milliyetini tayinde kullanılmaz, kullanılmamalıdır. 1940’larda Paris’te Sorbonne Üniversitesinde Antropoloji öğrenimi görürken, “Antropometri” pergelini de Türkiye dönüşümde yanıma almıştım. Soner Yalçın, yazısında olayı budamış: Nihal Atsız, kafatasının ölçülmesini istediğinde ona yukarıda yazdığım gerçekleri anlattıktan sonra ölçmüştüm (geçen yıl Hürriyet’te Sefa Kaplan’ın yazısında da belirtmiştim). Ve Atsız’la, ölçümü sınırda (81–83) çıktığı için de bozuşmadık. Uydurma hikâyeler.
    Yazımı, “kafatasçı ve ırkçılık” konusuna ait birkaç açıklamayla kapatacağım.
    Irklara ilgi bir bilim konusu da olabilir, siyaset ve ideoloji sapıklığı da.
    Hitler, “Aryen ırkçılığı” adı altında Yahudilere soykırımı uygulamış, başka milletleri de ırk farkları yüzünden düşman görmüştü.

    1938 ve 1939’da babamla birlikte Avrupa’da seyahat ederken (harita mühendisi babam Fotorametri kongresine davetliydi), Faşist–Nazi vahşetinin her türlüsüne, çok genç yaşıma rağmen tanık olmuş, İstanbul’da yayınladığımız “Ergenekon” dergisinin her sayısında, “Faşizm Tehlikedir” başlıklı yazılar yazmıştım (İnönü, Almanya’yla dostluğu bozuyor gerekçesiyle dergimizi kapattı).,

    Bu yolda yazılara devam ettim.
    Fakat Sorbonne’da okurken, ırk gerçeğinin tarih bakımından önemini de iyice farkettim (zaten daha lise son sınıftayken Atatürk’ün elinde o meşhur pergeller, kafatasları ölçtüğünü duymuştum. Tarih Kurultaylarında kafatası uzmanı antropolog Prof. Pittard’ı davet edip konuşturduğuna da bizzat şahit olmuştum). Okuldaki tarih ders kitaplarımız da Türklerin brakisefalliği konusuyla doluydu. O kitaplar hâlâ kitaplığımda.

    Antropoloji dersleri, kazılarla çıkarılan iskeletlerin kafatası ölçülerini alıyordu; yaşayan halkları da ve çoğunluk esasına göre, özellikler meyanında belirtiyordu. Tarih çalışmaları için bu özellik önemliydi. Çoğu kere bir uygarlığın yazısı deşifre edilemiyor, topraktan çıkarılan fosillerle (ve tabii kafatası, bazen heykel ve büstler de ölçülerek) hangi topluma ait oldukları veya olmadıkları anlaşılabiliyordu.

    Atatürk buna o kadar önem vermişti ki manevî evlâdı Prof. Afet Hanım İsviçre’de antropoloji doktorasına çalışırken, Türklerin antropoloji ölçümleri tam yapılmamış diye yardım istemiş, Atatürk de Sıhhiye (Sağlık) bakanlığını görevlendirmiş, 64.000 Anadolulu, sonra da ona yakın sayıda kadınların kafatası vesair ölçümleri alınmıştı. Bunlar yayınlandı.
    Unutmayalım ki Antropoloji ve kafatası ölçümü dersleri halen–Türkiye dâhil–dünyada hemen hemen her üniversitede okutuluyor. Pergel de derslerde kullanılarak!

    Irkçılık konusunun kafatası ölçümüne dayalı şeklini hiç duymadım. Hitlerinki sarışınlığa ve mavi göze dayanıyor, zararlı siyasî uygulamalara kalkışılıyordu.
    Irk konusunun bir de ciddî, barışçı şekli var. Meselâ ben, her ırkın vücut ve psikolojik yapısının–farklılıklarıyla–değerli olduğna inanıyorum.
    O kadar aşağılanan Zenciler bence sanatta, sporda eşi az olan yeteneklere sahipler. Yahudiler de Almanlar da. Ve tabii biz Türkler de. Allah’tan DNA/Genetik bilimi çıktı da artık bunlar “ırk” kelimesi kullanılmadan yazılabiliyor, konuşulabiliyor.
    Ama iki “Kemal”imiz–Namık Kemal’le Mustafa Kemal–doğuşla gelen özelliklerimize daha önceden işaret etmişlerdi: Ailece akrabalığım olan Namık Kemal, bir şiirinde:
    “Fıtrat (karakter) değişir sanma, bu KAN yine o KANDIR” demişti.
    Elini öptüğüm Mustafa Kemal Atatürk’te Gençliğe Hitabında aynı uyarıda bulunmuştu:
    “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil KANDA mevcuttur.”
    Reha Oğuz Türkan

    Türk Yurdu Dergisi
    Kasım Sayısı Cilt: 27 Sayı: 243

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.